-Değerli Dostum Hasan Erkayran'a-
Hasat Ağa bu defa gerçekten çok hastaydı. Günlerdir yatağından kalkamamıştı. Aslında taşı sıksa suyunu çıkaracak kadar güçlü kuvvetli adamdı. Nasıl olmuşsa bahar ayında nevazil hastalığı yüzünden yataklara düşmüştü. Ateşler içinde yanıyor, gözlerinden akan yaşları silmeye mendil dayanmıyordu. Burnu sürekli silinmekten patlıcan gibi morarmıştı. Yemeden içmeden kesilmiş, günden güne erimeye başlamıştı. Bir yıl boyunca bu dördüncüsüydü ancak kendisini, hayatı boyunca hiç bu kadar güçsüz hissetmemişti.
O kadar mal mülk sahibiydi, o kadar dostu ahbabı olmuştu, yedirmiş içirmişti ama günlerdir hasta yatıyor olmasına rağmen ziyaretçilerinin sayısı bir elin parmak sayısını geçmemişti. Gelenler ise felaket tellalı gibiydiler.
"Bu insanlar neredeler, neden gelip halimi hatırımı sormazlar?" diye arada sorardı hanımlarına. Her defasında; "iş güç zamanı, herkes tarlada, bağda, bahçede çalışır ağam, ondan gelememişlerdir" cevabını alırdı.
Dün akşama doğru ziyaretine köyün aksakallılarından Hacı Yusuf Efendi gelmişti. Daha içeri girer girmez sağ elinin parmak uçları ile Hasat Ağa'nın ayağına dokunmuş ve yanı başına oturmuştu. Kısa süren bir hasbıhalden sonra helallik isteyerek gitmişti. O gittikten hemen sonra Hasat Ağa'yı ilk kez ölüm korkusu sarmıştı. Bir an önce iyileşip ayağa kalkmalı ve düşman çatlatmalıydı.
Ölümle yaşam arasındaki ince çizgi üzerinde kendisini dengede tutmaya çalışarak günü akşam etmişti. Akşama doğru Küçük Hanım seslendi "Hasat Ağam misafir var, Boşboğazların Çopur Memmet geldi." Ağa bir günde ikinci felaket tellalını daha ağırlayacak güçte değildi ama kapıya gelen misafiri geri çevirmekte ağalığın şanına leke sürecekti. Yatağından hafifçe doğruldu; "Gel hele Çopur, şöyle yukarı geç." Dedikten sonra tekrar kafasını yastığına koydu. Çopur Mehmet, odanın kapısından içeriye girer girmez selam verdi ve bir eli ile ağanın ayağına dokunduktan sonra yatağın yanı başındaki peykeye oturdu. Bir yandan hal hatır soruyor, bir yandan da peykenin üzerindeki mindere iyice kuruluyordu.
Ağa, ağız ucu ile Çopur'un sorularını cevaplandırıyordu ama bir yandan da ne zaman boşboğazlık yapmaya başlayacağını merek edip duruyordu. Çopur'u fazla konuşturmamak için ise hiçbir şey sormuyordu. Çopur bir süre oturduktan sonra kalkacakmış gibi toparlandı. Tam kalkacakken lakabının şanından olsa gerek bir şeyler söylemeden kalkamayacağını anlamış ve başlamıştı anlatmaya...
"Ağam bu sene kaçıncı keredir böyle hastalanıyorsun, Azrail sizin evin etrafında dolanıp durur herhalde, kendine dikkat edesin." Diyor ve ardı ardına anlatmaya devam ediyordu. "Irahmatlık babam da senin gibi iki kere hastalandı, üçüncüsünde azırayılın pençesinden kurtulamadı."
Ağa bir yandan derin derin soluyor bir yandan da fesuphanallah çekerek sabırlı olmaya çalışıyordu. Çopur'un söylediklerini duymamak için o anda sağır olmayı yeğlerdi, ya da sağırlık pazarda satılıyor olsa hemencecik satın aldırırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON CEMREM
ContoRana İslam Değirmenci SON CEMRE DÜŞENE KADAR "Son Cemre"den yüreğime düşen damlaları yazabilmek, o kadar zor ki... Ama şanslıyım; Hamdi Bey'le hem Munzur hem de Kars ilini görebilmek gibi iki yürekli ve bereketli ortak noktamız var... Munzur'u görme...