Fazlasıyla aşina olduğum bu yolda en iyi dostumla yürürken bütün anılarım hücum etti beynime... Her ne kadar istemesem de yine hatırlıyordum. Lanet olsun işte yine hatırlıyordum...
...
Seneler evvel buraya ilk taşındığım gün. Yirmi iki yaşında gözü pek, hatrı sayılır bir güzelliği olan, sevecen çiçeği burnunda bir öğretmendim. Okul bittiğinde ailem yurt dışında sözüm ona tatillerinde keyif sürerken ben ise inat etmiş İstanbul'a yerleşip babamın hiç de onaylamadığı mesleğimi layıkıyla yerine getirebilmek için uğraşlara başlamıştım bile.Öncelikle ailemin hoşlanmayacağından emin olsam da mütevazı bir ev bulmam gerekiyordu. Veee... Bingoo... Tam da istediğim gibi bir evi anında bulabilmiştim. Acaba neden? Tabi ki güzel gözlerim, baş döndürücü uzun saçlarım, uzun uğraşlar sonucu sonunda istediğim gibi olan fiziğim sayesinde DEĞİL. Bunu cevabı çok net ve açık. Soyadım. Her ne kadar kabullenmemiş olsam da biliyordum ki Türkiye'de soyadınız Karazade ise istediğiniz ev istediğiniz an hazır olurdu sizin için. Benim için de öyle olmuştu.
Bu biraz hoşuma gitmişti aslında... Arabamdan indim ve nakliyat şirketini arayıp evin adresini tekrar tekrar hatırlatıktan sonra inip minik ama sevimli bahçemi gezmeye başladım. Türlü türlü fikirler geldi aklıma. Mesela küçük bir salıncak alacaktım. Tam ağacın altına da bir yemek masası. Böyle beyaz ahşaptan. Küçük saksı çiçeklerini bahçeye sıfır olan balkonuma bezeyecektim adeta.
Tam o sırada bir hıçkırık sesi beni hayal dünyamdan sıyırıverdi. Hemen yan bahçemde kahverengi bukleli saçlarıyla ağlamaktan gözleri şişmiş beyaz yazlık elbisesinin etek kısmını elleriyle sıkı sıkı tutmuş bir kadın hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Biraz çekinsem de bahçe kapısından komşumun bahçesine süzüldüm.Temkinli bir şekilde boğazımı temizledim ve
-Merhaba. Umarım rahatsız etmiyorumdur iyi misiniz?
-Siz de kimsiniz? Lütfen bahçemi terk eder misiniz? dedi ve söylenerek kalktı ve ağlamaktan şişmiş gözleriyle bana dik dik bakarak beni yerin dibine soktu.
Hiç birşey diyemeden arkamı döndüğüm gibi gerisin geri kendi bahçeme döndüm. Hayatımda hiç bu kadar aşağılanmamıştım.
Aman Tanrım bu insanların nesi vardı böyle. Hem bu kız benim kim olduğumu biliyor muydu ki böyle kovmuştu beni? Hayır hayır. Asıl benim neyim vardı. Kimdim ki ben? Öyle kafama göre birinin bahçesine girip, mahremiyetini zedeliyordum. Evet ben kimdim ki? Babasının soyadının sözüm ona şanlı yükünü taşımaktan korkmuş bir zavallıydım.
Her neyse bu kötü düşünceleri aklımdan uzaklaştırmak için evime girdim aklımda yüzlerce dekorasyon fikri ile bir odadan diğerine küçük çocuklar gibi koşturup durdum. Ama içimde farklı bir hüzün de vardı aslında. İçi sürekli misafirler dolup taşan (ben gelmelerine pek sevinmesem de) şen şakrak evimden yuvamdan ayrılıp tek başına yaşama kararım ister istemez üzüyordu biraz beni. Aman olsun geçmişimden kurtulacaktım. Her gün sırf babamın parası için beni oğullarına yamamaya çalışan süslü kokoşlardan, sahte arkadaşlarımdan, ve.... Bütün bir çocukluğum da dahil olmak üzere bütün sevgi kırıntılarımı da alıp giden o iğrenç adamdan da...
Zilin çalmasıyla birlikte bu hoş olmayan anılardan sıyrıldım. Yüzüme yerleştirdiğim sahte bir tebessümle kapıyı açtım. Tahmin ettiğim gibi nakliyat şirketiydi. Ufaktan heyecanlanmıştım. İlk defa kendime ait bir evim kendim için seçtiğim yeni ve tatlı eşyalarımı o kadar büyük bir çoşku ile karşılamıştım ki yardım için gelen çalışanlar epey bi garipsemişti bu durumu.
Neyse ben hızlı hızlı neyin nereye konacağını anlatırken birden kadife gibi bir ses
-Bence o dolap oraya olmaz.
dedi. Kafamı kaldırıp heyecanımı yarıda bölen sesin sahibine döndüm. Bakışları hiç de sesinin kadife özelliğini taşımıyordu. Bu ne cürret dercesine baktım.
-Nedenmiş o? Neden olmuyormuş acaba?
-Çünkü hanımefendi pencerenin önüne dolap koyacak kadar zevksiz ve dekorasyondan bi haber olamazsınız değil mi?
Kızarmıştım...
-Pekala nasıl istiyorsan öyle yap madem.
Dedim ve mutfağa yönelip çalışanlar için kahve yapma kararı aldım. Neyse ki gelmeden önce bir kaç parça yiyecek ve içecek birşeyler almıştım. Atıştırmalıkları hazırladıktan sonra içeriye götürdüm ve çalışan ustalara ikram ettim. İçeriden kahvemi alıp yanlarına geçtim.
Biraz çekingen bir şekilde (neden çekingen olduğumu bilmesem de)
-Ben yemek sipariş ettim ama yemek gelene kadar birşeyler atıştırmak istersiniz diye düşündüm. Dedim
Onlar da teşekkür ettiler. Tam kahvemi yudumlayacakken telefonum çaldı.
Yanlarından ayrılıp telefonu açtım.
-Efendim?-Merhabalar Yağmur Karazade ile mi görüşüyorum?
-Evet, buyrun. Ben kiminle görüşüyorum acaba?
-Yağmur Hanım ben Özel Devranoğlu Kolejinden arıyorum. Eğer müsaitseniz yarın öğleden sonra kurucu müdürümüz sizinle iş başvurunuz nedeniyle görüşmek istiyor.
Heyecanlanmıştım. Titreyen sesimle:
-Tabi ki. Yarın öğleden sonra ikide orda olacağım iyi günler deyip telefonu kapattım.
Tam arkamı dönmüştüm ki bay dekorasyon dehası elin de benim de kahve fincanımı da almış bir şekilde karşımda dikiliyordu.
-Kahveni içerde unutmuşsun. Bu arada ben Mehmet.
Deyip elini uzattı.
-Teşekkür ederim ben de Yağmur.Eline dokunduğum anda seneler öncesinden çıkıp gelen bir rüzgar ruhumu okşadı... Ama anlam veremedim... Kabul etmeliyim bakışları her ne kadar kibirli olsa da gözleri bir masal gibiydi ve bu masalı o kadife sesiyle anlatsa saatlerce bıkmadan dinleyebilirdim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kabir
RomanceSevdiğin kadar nefret edersin. Nefretin kadar karanlık bir kalbin olur. Aşk bu kısır döngüden ibaret.