'Adi dünyanın, son yolcularıyız...'
"Beni hiçbir zaman serbest bırakmayacaksın, değil mi?" deyip, hemen çarprazındaki koltuğa yerleştim. Elinde tuttuğu bardağa, attığı bakışlara ara vermeden, "Seni, hiçbir zaman serbest bırakamayacağım."
"Ben, senin tutsağınım! Buna, ilelebet mahkum edildim! Ama neden?"diyerek hemen önümdeki sehpadan, suyumu aldım ve yudumladım. Bakışlarını likör bardağından çekip, üzerime yöneltti ve "Seni serbest bırakırsam, neler olabileceğini çok iyi biliyorsun." dedi ve viskisindeki son yudumunu alarak, sehpaya koydu.
Bıraktığı bardağı alarak ayaklandım, "Öldür o zaman! Öldür beni!" dedim ve bardağı duvara çarptım. Kırılan bardaktan sıçrayan küçük cam parçaları, elime batarak kanatmıştı. Aldırış etmeden, yerden en büyük cam parçasını alıp; boynuma götürdüm, "Sen öldürmezsen, ben öldüreceğim!" diye çıkışmaya başladım.
Yüzünün, vücudunun her alanını telaş sarmıştı. Fark ettirmemeye çalışıyordu fakat barizdi. Dudaklarının arasından çıkacak olan kelimeleri yutkunarak yatıştırıyordu. Konuşması gerekiyordu, durdurması gerekiyordu. Gözlerini, yere devirmişti ama ara sıra gözlerime kayıyordu gözleri.
Titreyen çeneme ve akan gözyaşıma engel olamıyordum. Kuruyan dudaklarımı, ıslatamayacak kadar halsizdim. Sol gözümden düşen gözyaşını, silemeyecek kadar acizdim. Kalemimin aktığının farkındaydım ama umursamayacak kadar gamsızdım.
Sağ elimde tuttuğum cam parçasını, şah damarıma daha da yaklaştırdığım sırada, Dinçer'in aniden ayaklandığını fark ettim. Dudaklarını aralamış, gözlerini belerterek bir bana, bir de elimdeki cam parçasına bakıyordu. Ciddiyetimi fark etmiş olacak ki, "Armina... Ver şunu bana!" diyerek ellerini uzattı ve bir iki adım yaklaştı.
Yaklaştığı adım sayısı kadar uzaklaşmıştım ondan. Başımı sağa doğru yatırarak, onu süzmeye başladım. Sahte gülüşümü attığım sırada; karnımdan ardarda gelen hıçkırıklar ve gözyaşlarım, bir bütün olmuştu adeta.
"Buydu istediğin, öyle mi?" dedim ve sahte gülüşümü sürdürdüm. Derince bir iç çekti ve "Bırak şunu Armina! Bırak, dedim!" dedi, bu sefer ki ses tonu emreder gibi çıkmıştı.
Gözyaşlarımı aldırış etmeyerek, gülüşümü yüzüme daha da yaydım ve "Neden? Neden ben, diğer kızlar gibi değilim? Neden, dışarı çıkıp gezemiyorum? Neden boktan bir eve mahkum ediliyorum? Neden dört duvar arasında sıkışıp kalıyorum? Ya neden ailemi göremiyorum?" dedim. Sarf ettiğim sözcüklerin sonuna doğru sesim incelmiş ve yüzümdeki gülümseme yerini hüzne bırakmıştı.
Gözyaşlarıma hakim olamadığım sırada Dinçer, "Armina... Tamam! Yalvarırım bırak elindekini! T- tam- tamam! Ne istersen yapacağım!" dedi zoraki çıkan ses tonuyla. Duyduklarım karşısında bir hayli şaşkındım. İstemsizce; elimdeki cam parçasını, şah damarımdan biraz uzaklaştırdım ve iğneleyici bakışlarımı sürdürdüm.
Gözlerimde dolan son damlayı akıttım ve boşta kalan elimim tersiyle sildim. Yavaş bir şekilde bana yaklaşırken, ses tonumu tedirginleştirerek "Yalan söylüyorsun!"
"S- Söy- Söylemiyorum! Sana ye- Yemin ederim ki ne istersen yapacağım! Lü- Lütfen... Armina! Lütfen ver elindekini!" dedi kekeleyerek. Onu ilk defa, böyle görüyordum. Çenesi titriyor, göz kapakları istemsizce kapanıyordu. Korktuğu barizdi.
Gözlerimi, gözlerinden devirerek ellerine yönelttim. Elleri, titreyen çenesine ayak uyduruyordu. Göz bebekleri büyümüştü; koyu göz rengi olmasına rağmen, fark edememek güç değildi. Nefes alışverişleri, gitgide hızlanıyordu.
"O halde... Beni serbest bırakacaksın!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EBET
Teen FictionSoğuk kaldırımlar yine kalıp tutmuştu anlaşılan. Titreyen diz kapaklarıma, uyluklarımın eşlik ettiği sırada; yeryüzüne düşen yağmur damlacıkları, olağanüstü bir uyum yakalamıştı. 'Armina Kartay kim?' öyle mi? Armina Kartay; merakı yüzünden, çıkmaz y...