• 10 •

590 59 37
                                    

POV: Kim Seokjin

"Fakat görmeyi beklediğim görüntü bu değildi."

Evet, çok korktuğunu anlamıştım. Ama tüm depoyu darmadağın edebileceği aklıma gelmemişti. İçerideki dolapların cam kapakları kırılmış, kitaplar yere serilmişti. Deponun kirli yüzeyindeki tozlar bu hareketliliği kaldıramamışçasına havaya kalkmışlardı ve hepsinin ortasında bir kızıllık vardı.

"Sen kedi pijamalı çocuksun.."

Sesimi duyduğunda tepinmeyi bıraktı ve yüzünü bana döndü. O garip ifadenin yerini korku alırken yerden kalktı ve koşarak kucağıma atladı.

Beklemediğim şeylerden biri daha yaşanırken kollarını ve bacaklarını vücuduma iyice doladı. Sesi, başını boynuma gömdüğü için kısık geliyordu.

"Lütfen beni bu karanlıktan kurtar... Sana yalvarıyorum..."

Bana yapışık olan bedenin rüzgara kapılmış bir yaprak gibi titrediğini hissediyordum. Onu kurtarmayı düşünmüştüm ama onu kurtardıktan sonra ne yapacağımı hiç düşünmemiştim. Ev adresini bilmiyordum ve Jimin'in bilinci gidip gelirken onun anlatmasını beklersem sabaha kadar onun evine ulaşamazdık.

"Tamam o halde... Seni aydınlığa götüreceğim..."

...

"Evet anne, eve geldim şimdi. Hayır fazla geç olmadı. Evet, her şey yolunda. Sana da iyi geceler."

Telefonu kapattım ve şu anda Jimin'in yattığı yatağıma ilerledim. Lisenin son yılında ailem beni kırmamış ve ayrı bir eve çıkmama izin vermişlerdi. Çoğunlukla tektim, bazen ise Youn-Hae ya da Namjoon kalmaya gelirlerdi.

Bugün ise farklı bir misafirim vardı. Hala titriyordu ve üzerindeki tişört terden vücuduna yapışmıştı. Yüzü ve saçları toz içinde kalmış, ellerinde camlardan dolayı ufak kesikler oluşmuştu. Onun bu şekilde uyumasına izin verirsem kesinlikle hasta olacaktı, hijyenik de değildi.

"Üzerini değiştirebilir miyim Jimin..?"

Koyu kahverengi gözlerini açıp bana bakarken konuşmadı. Fakat başını hafifçe sallamasıyla bir sorun olmadığını anlamış oldum. Onu doğrulttum ve tişörtü eteklerinden kavradım. "Kollarını kaldır.."

Kollarını kaldırırken gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Tişörtü hızlıca üzerinden aldım ve o sırada belindeki yanık gözlerime çarptı. Oraya da krem sürmem gerektiğini aklıma not ederken biraz fazla terlemiş olduğunu görünce duş almasının en iyi seçenek olduğuna karar verdim. "Duş alman gerekiyor, kendi başına halledebilir misin?"

Başını hafifçe iki yana sallamasıyla birlikte yutkundum. Gereksiz şekilde utanmama engel olamıyordum. "Ayağa kalkabilecek misin?"

Tekrardan iki yana başını sallamasıyla birlikte onu kucakladım. Çıplak üst vücudu bana değerken derin bir nefes aldım. Kendime hakim olmalıydım. Düşünmemeliydim.

Banyoya girdiğimizde onun iç çamaşırını üzerinde bırakmaya karar vererek pantolonunu da çıkarttım ve küvete yatırdım. Tek kelime etmiyor, sadece bakıyordu. Bakışlarından şu an ne düşündüğünü zerre anlayamıyordum. Hala korkuyor muydu? Yoksa memnun muydu?

Belki de iki yabancı erkeğin bu kadar yakınlaşmasından dolayı bir iğrenme hissediyordu.

Yüzümü ekşitirken suyu açtım ve beyaz seramik küvete dolmasını izledim. Küvet benim en sevdiğim yerdi, saatlerce orada kalabilirdim. Birkaç mum ve hafif klasik müzikle birlikte küvette uyumak kadar keyifli bir şey yoktu benim için.

Onun saçlarını köpürtmeye başladığımda gözlerini küçük bir çocuk gibi sıkıca kapattı. Yanaklarını şişirmiş, nefes tutmaya çalışıyordu. Bu haline gülmemek elde değildi. Fakat bir şey dersem bu pozisyonu bozacağını düşündüğüm için ağzımı açmak yerine sadece izlemeye karar verdim.

En sonunda tüm vücudunu yıkamayı başardığımda doğruldum ve elimin tersiyle alnımda biriken terleri sildim. En azından çoğu kısmını yıkamayı başarmıştım. Bel altına dokunmamıştım fakat bu kadarı bile benim için çok zor olmuştu, teni muhteşemdi.

O ise aldığı ılık duşla rahatlamış, küvetin içinde ayaklarını oynatıyordu. Şimdi sadece yaralarıyla ilgilenmek kalmıştı.

Onu havluya sararak kucakladım ve tekrardan odaya girdim. Dolabın kapaklarını açıp ona uygun bir eşofman ve tişört çıkarttıktan sonra ona döndüm. Rahatsız olmuş gibi ıslak iç çamaşırını üzerinden çıkartmaya çalışıyordu. Gözlerim kocaman açılırken kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlamıştı bile. "Dur! Ben odadan çıkayım, sen de giyin..."

Kıyafetleri hızla yanına bırakıp aynı hızla odadan çıktığımda duvara yaslanarak yere çöktüm ve başımı dizlerime yasladım. Bu kadarı benim için fazlaydı, çok uzun zamandır böyle şeyler hissetmiyordum. Kasıtlı mı yapıyordu?

Sessizce oturmuş beklerken içeriden giyindiğine dair sesler duyduğumda kapıyı açıp içeri baktım. Gerçekten de giyinmiş, saçlarını elleriyle karıştırmıştı. Oturduğu yerin önüne bir sandalye çektim ve ilkyardım kutusunu kucağıma koydum. "Parmaklarını uzat."

İtiraz etmeden elini bana uzattığında parmak ucundaki kesiklere pansuman yapıp sarmaya başladım. Neyse ki camlardan hiçbiri saplanmamış, sadece çizmişti. Sırada ise yanık kremi vardı. Elime kremi aldığımda ne yapacağımı tahmin etmiş olmalı ki tişörtü yukarı sıyırdı ve belindeki yanığı ortaya çıkarttı. Kremi parmağıma sıkıp yaraya sürttüğüm anda gelen kısık inleme sesiyle birlikte duraksasam da dudaklarımı ısırdım ve tepki vermeden sürmeye devam ettim.

İşim gittikçe zorlaşıyordu.

En sonunda bitirdiğimde tuttuğu tişörtü serbest bıraktı ve yavaşça uzandı. Artık titremiyordu, aksine rahattı. Üzerini örttükten sonra derin bir nefes aldım ve bittiğine şükrettim. Bir yanım tekrar çıplak kalması için yalvarsa da, mantığım hala abaza tarafımı bastırabiliyordu.

Tam salona gitmek için hazırlanırken tişörtümü kavrayan elle duraksadım. Ona hafif bir şaşkınlıkla baktığımda gözlerini kırpıştırdı ve dudaklarını araladı. "Teşekkür ederim... Beni aydınlığa getirdiğin için..."

Bir şey demeden hafifçe baş salladım ve o elini çektikten sonra yastığımla birlikte salondaki koltuğa uzandım. Koltuğun üstü hala Namjoon koksa da şu an bunu takamayacak kadar yorgundum.

Bakalım sabah neler olacaktı?

-SugaMania

NYCTOPHOBIA || JinMinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin