Pov: Park Jimin
Aslında uyanalı yaklaşık 10 dakika oluyordu, fakat yataktan kalkmak istemiyordum. Sanki sıcak yatak tüm vücudumu ele geçirmiş gibiydi, rahatlatıcıydı. Fakat kalkmazsam geç kalacağımın farkındaydım. Gariptir ki alarmım henüz çalmamıştı bile.
Birkaç dakikanın sonunda hala alarmımın sesini duyamayınca yana döndüm ve esnememle birlikte otomatik olarak aralanan buğulu gözlerimi, hep aynı yerde duran çalar saatimi kontrol etmek için komodinin üstüne çevirdim. Fakat yerinde yoktu. Komodin de yoktu. Hatta hiçbir şey yerinde değildi. Hızla doğruldum, etrafa hızlıca göz gezdirdikten sonra korku ve telaşın ağzıma yaydığı acı tatla birlikte ayağa kalktım.
Burası benim evim değildi.
Üzerimdeki kıyafetler bile bana ait değildi. Tanrım, kaçırılmış mıydım? Belki de şuan Kore' de bile değildim. Düne ait anılarım o kadar bulanıktı ki hatırlamaya çalışınca elde ettiğim tek şey güçlü bir baş ağrısı oluyordu. Hafifçe yutkundum, içeri gitmeye korkuyordum, fakat gitmem gerektiğinin farkındaydım. Bir an önce acı gerçeklerle yüzleşmeliydim.
Odadan çıkacakken kenardaki uzun yastığı görmemle birlikte duraksadım. Acı gerçeklerle yüzleşecek olsam bile, biraz hazırlık yapabilirdim. Bu odada kaldırıp hareket ettirebileceğim en güçlü şey o yastık olduğu için fazla beklemeden yastığı sessizce yerden aldım ve kapı kolunu çevirdim. Kilitli değildi, bu iyiye işaretti. Hızlıca etrafa bakınıp temkinli bir şekilde 2-3 adım ilerledim. Ev çok büyük ya da çok lüks değildi, baktığımda bir gence ait olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdim. Fakat rahat göründüğü de bir gerçekti. Temizdi ve düzenliydi, yani kenarda duran üçlü koltuğu görene kadar her yer öyleydi diyebilirdim. Koltuktaki yastıklar dağılıp karışmış, biri yatmış gibi buruşmuştu. Yani ev hala doluydu, beni kaçıran her kimse hala buradaydı. Elimdeki yastığı sıktım ve ağzımı açtığım sırada arkamdaki nefesle birlikte o acı tadın tüm ağzıma tekrardan yayıldı. Başka hiçbir şey düşünemeden yastığı hızla kaldırdım ve arkama döndüğüm gibi savurmaya başladım. Ciyak ciyak bağırdığımın farkına varmama sebep olan şey ise elimdeki yastıkla patakladığım çocuğun bakışları oldu. Yastıktan çok ince sesim onu korkutmuş gibiydi.
"Sorun nedir...? Kabus mu gördün?"
"Ne demek kabus? Ne kabus? Sensin kabus! Neredeyiz! Beni nereye götürdün doğru söyle! Kore'den kaç kilometre uzaktayız ha?! Adi herif! Bir de beni soydun mu sen!"
Yine aklımdaki süzgeçten geçmeyen sözcüklerin dışarı püskürmesi sonucu gerçekleşen bir sessizlik oldu. Sinirden titrediğimin, gözlerimin dolduğunun farkındaydım ama açıkçası umrumda bile değildi. Gözyaşlarımın gitmesi için gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım ve düzelen görüşümle tekrardan önümdeki çocuğa baktım. Bu sefer ilk gördüğüm şey onun şaşkınlık dolu yüzü değil, ceketinin üstüdeki okul arması oldu. Benimkiyle aynıydı. Aynı okuldaydık.
"Bir de aynı okulda olduğumuz halde mi kaçırdın beni?!"
Belki de artık susmalıydım, çünkü ayrıntıları farkettikçe söylediklerim daha da mantıksızlaşıyordu. İlk önce önümdeki çocuk muhtemelen benim Hyung'umdu, çünkü ilk sınıf öğrencisine benzemiyordu. İkincisi, tipi ve davranışları hiç de birini kaçırabilecekmiş gibi değildi.
"Jimin, hatırlamıyor musun?"
Pekala, adımı biliyordu. Bu beni korkutmalı mıydı bilmiyorum ama o an tüm sinirimin ve şaşkınlığımın buharlaşarak havaya karıştığını hissedebiliyordum. Elimdeki yastık kayarak yere düşerken bir süre sessiz kaldım. Tekrardan konuştuğumda ise sesim normale dönmüştü bile.
"Neyi?"
...
Saate tekrardan baktım. Jimin yaklaşık 1 saattir beni bekletiyordu. Uyuyakalmış olma ihtimali yüksekti, üşenip okula gelmeme ihtimali de. Fakat bu olasılıkların dışında, sadece benim 6. Hissime dayalı olarak varolduğuna karar verdiğim bir gariplik vardı havada. Nedense, farklı bir şey varmış gibi hissediyordum.
"Kedi pijamalı çocuk nerede Tae-Tae..?"
Bana seslenen üst sınıflardan Hoseok Hyung'a dalgın bakışlarımı yolladım ve gözlerimi kırpıştırdım. "Sanırım geç kaldı..."
"Oh...! Uyuyakalmıştır kesi--"
Hoseok Hyung'un cümlesini tamamlamasına engel olan şeyi görmek için onun şaşkınlıkla baktığı yöne kafamı çevirdim. Şaşırması oldukça normaldi, aslında tüm bahçe şaşkındı.
Youn-Hae'nin de olduğu onlarca kişilik bir grup okulun giriş kapısına dönmüş, içeri el ele giren Jin ve Jimin'e bakıyordu. Tüm bahçeye bir sessizlik hakimdi, çünkü herkes Jin'in Youn-Hae'yle çıktığını, Jimin'in ise okula yeni gelen, tembel, küçük turuncu bir patates olduğunu bilirdi. Kimse bu iki insanı bir arada görmeye alışık değildi. Bu sessizliği bölen şey ise bir kızın bağırışı oldu.
"Jin ve Jimin çıkıyorlar!"
-SugaMania
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NYCTOPHOBIA || JinMin
Fanfiction~ PROLOGUE ~ "Yeni senemiz kutlu olsun Jimin... Sağ çıkmaya bakalım." "O bilmiyordu, ama gerçekler böyleydi." "Eskiyi hatırlamak istemiyorum artık." "Seni seviyorum Jin..." "Yanımda kalamaz mısın?" "Her şeyi altüst ettin" "Hayır!" "Evet!" "Bizi...