Karanlık

39.3K 791 76
                                    

Genç kız akşam yemeğine az bir süre kaldığında ekmek almak için dışarı çıkacaktı. Ahşap kokan mutfak dolabının köşesindeki kavanozdan biraz para aldı. Eğer ekmek pahalılaşmadıysa artan parayla çikolata alabilirim diye geçirdi içinden. Bu düşünce onu mutlu etmeye yetmişti. Portmentodan siyah trençkotunu kaptı, kapıdaki botlarını da giydikten sonra dışarı çıktı. Hava serindi ve yağmur çiseliyordu. Yağmurdan hoşlanmazdı. Sevdiklerini hep yağmurlu günlerde kaybetmişti çünkü. Kapişonunu örttü. Hava yağmur yüzünden erken kararmıştı.
"Harika" diye mırıldandı genç kız." Yağmur yine her şeyi berbat ediyor!" Kendi kendine konuşmayı delilik diye nitelendiren insanlardan hoşlanmazdı hiçbir zaman. Belki de insanlardan hoşlanmazdı.
"Her şey karşılıklı!" dedi sinirle yoluna çıkan taşları tekmelerken. Haklıydı sinirlenmekte, annesiyle sıkı fıkı dost olan kadınlar öldükten sonra o eve bir kere bile uğramamışlardı.
"Ne değişecek ki?" deyip gözlerini sinirle yumdu.
"Annem geri mi gelecek?" Gözlerini açtığında bir iki damla yaş süzüldü gözlerinden. Annesini kaybetmeyi hala sindiremeyen genç kızın kalbi hala yaralıydı. Kendi bile itiraf edemese de annesini özlüyordu. Babasıyla sürekli tartıştıkları günleri bile özlüyordu. Gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. Ağlamak zayıflıktı. Markete ulaştığında kasiyer kız gülümsedi. Genç kız isterse gülümserdi ama çabalamak istemiyordu. Insanlara kendini canavar gibi gösterip onu görmezden gelmeleri için çaba sarfediyordu sadece. Kasiyer kız gülümsemesinin karşılığını alamayınca iki ekmeği poşetleyip kıza verdi.
"3 lira 60 kuruş!" Genç kız trençkotunun cebinden 4 lira çıkarıp uzattı. Yine o soğuk, samimiyetten uzak surat ifadesiyle. Kasiyer kız para üstünü uzattığında, genç kız aldı ve çıktı. Ruh gibiydi. Gülmüyor, ağlamıyor, ihtiyacı olmadığı sürece konuşmuyordu. Bu onu duygusuz mu yapardı? O zaman kız istediğine ulaşıyordu. Insanlar taştan bir kalbi olduğunu sanıyorlardı. Ama yanlış, dokunsalar ağlayacaktı. Eve geldiğinde ekmek poşetini tezgaha bıraktı. Babası seslendi salondan
"Geldin mi kızım?" Çekmecenin birini açıp gürültüyle kapattı. Bu 'geldim' demekti. Babasının her gece yanına gelip konuşmaya çalışacağını bildiğinden kendini odasına kilitledi. Hayattan kopuk yaşıyordu. Aslında  o bile yaşadığından pek emin değildi.
Yorgun ve uykusuz bedenini yatağa bıraktı.
"Yarın okula başlayacaksın! Saat 08:30'da orda olman gerekiyor!" Orta yaşlarda olmasına rağmen saçında kırlar bulunan adam kapıda öylece duruyordu. Kendi kendine konuşuyor gibiydi. Kızından cevap gelmeyince o da kendi odasına gitti. Sanki her şey yeterince zor değilmiş gibi başka sıkıntılar da yakasını bırakmıyordu. Sigarasından bir dal çıkarıp dudaklarına götürdüğünde her şeyi unutmak istiyordu sadece.

Genç kız yine uyuyamadı. Eskiden kitap okumak için tüm gece ayakta duruyordu ama artık gerçekten uyku problemleri yaşıyordu. Gün doğumunu izlemek bir nebze de olsa huzurlu olmasını sağlıyordu. Inkar etse de karanlıktan korkardı. O gece yine banyoya gitti. Aynada kendine baktığında ölü gibiydi. Bembeyaz yüzü daha da beyazlamış, kansızlıktan mor olan göz altları uykusuzlukla birleşince çekilmez bir hal almıştı. Gözleri renkli falan değildi siyahtı, simsiyah. Ince telli, zayıf saçları da yine simsiyahtı. Görünüşü tam bir fiyaskoydu, daha doğrusu o öyle düşünüyordu. Acıyan gözlerine su sürdü. Çekmeceden bir jilet çıkardı ve koluna bir çizik daha attı. Izlerin yanına yenisi eklenmişti. Sadist değildi, mazoşist de değildi. Sadece canının yanmasını istiyordu. Bundan zevk almıyordu, acıyı hissedebiliyordu zaten. Tek istediği kendini cezalandırmaktı. Madem bugün de ölmemişti, ölememişti o zaman yaşadığı her gün kabusa benzemeliydi...

Okuduğunuz için çok teşekkürler.
Yorum bırakırsanız çok mutlu olurum:)

SaplantıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin