Yaşanmışlık

10K 344 28
                                    


Multimedya: Giray

3 Yıl Önce

Annemi kaybedeli 10 gün olmuştu. Yağmurlu, fırtınalı bir gündü o lanetli gün. Gökyüzü gözyaşlarıma eşlik ediyordu. Kasvet çöktü bir kara bulut misali evimizin üzerine. Dört bir yan çaresizlikle çevrelenmişti. Bana güç veren babamı hıçkırırken görmek yarılarımı kanatıyordu sadece. Etrafınızda size güç veren insanların bile ağlayabildiğini görmek yüzünüze vuruyordu acılarınızı. Ağlıyorduk sadece, sanki geçecekmiş gibi. Hayat bana bunu öğretti işte; ne kadar ağlarsak ağlayalım hiçbir haltın geçtiği yoktu, sadece gözyaşları acının rengini akıtıyordu. Siyah boyayı temizleyip griye döndürüyordu. Siyah da olsa beyaz da olsa acı acıydı. Bir şey kaybetmemişti yaralı gönüllere saplanmaktan...

Yerdeki taşları tekmelerken yürümeye devam ettim. Evden epey uzaklaşmıştım. Gözlerimle taradım bulunduğum yeri. Burası bir futbol sahasıydı. Zemin çimlerle örtülmüştü. Fıskiyeler çalışıyordu. Yürümeye devam ettim. Fıskiye üzerimden geçerken baştan aşağıya ıslanıyordum. Umursamadan bağdaş kurdum olduğum yerde. Sırılsıklam oluyordum. Tek dileğim içimdeki yangını dindirebilmesiydi bu suyun.
"Heyy, kalksana kızım ordan, deli misin sen?" elimi önümde kalkan yaparak cümlelerin sahibine baktım. Sarışın, mavi gözlü bir çocuk başımda dikilmiş duruyordu.
"Sana mı düştü derdi, defol yanımdan!" diye bağırdım ve başımı başka tarafa çevirdim.
Gitmesini bekledim ama o kolumdan çekiştirip beni yerden kaldırdı.
"Bıraksana be!" diye bağırmama aldırmadan beni halı sahanın fıskiyelerden uzak yerine götürdü.
"Bak şimdi, derdin ne bilmiyorum ama belli ki bir şeylere sinirlisin. Seni bir anlığına da olsa dertlerinden uzaklaştırmama izin ver olur mu zeytin gözlü kız?" beklentiyle bakan gözlerini kıramadım. Hafif bir yükseltiye oturduk yan yana. Ellerime bir sürü çakıl taşı tutuşturdu. Kendisi de eline yaklaşık benim elimdekiler kadar çakıl taşı alıp konuşmaya başladı.
"Bir derdini söyleyerek bir çakıl taşını yere fırlatıp o derdin senden uzaklaşmasını izliyorsun." eline bir çakıl taşı alıp bana uzattı.
"Başla hadi!" taşı elinden kaptım.
"Bu, annem öldüğü için!" elimdeki taşı mümkün mertebe en uzak yere atmaya çalıştım. Ben de ona bir taş uzattım.
"Bu, babam annemi aldattığı için!" ve elindeki taşı uzaklara fırlattı.

Giray, ilk arkadaşımdı. Ilk gerçek arkadaş. Ve ilk aşkım da olmuştu. Üç ay boyunca içimdeki kıpırtıların sebebi oydu. Daha sonra ailesi Amerika'ya taşındığında görüşmeye devam ediyorduk ama eskisi kadar samimi değildik. Biliyordum, mesafeler engel olurdu. Yıpratırdı, üzerdi, ağlatırdı ama bizim sonumuz olmuştu. Benden ayrılmak istediğini ve başka birini sevdiğini söylemişti. Önemli değildi, ben yine onu severdim. Sevmek, gururu hiçe saydırıyordu benim kitabımda. Ama bir gün Giray'ın en yakın arkadaşı beni arayıp Giray'ın öldüğünü söylemişti. Işte o zaman tam anlamıyla kaldıramamıştı kalbim. Elimi attığım her şey kuruyordu. Sevdiğim her insan ölüyordu. Hayat, bana acıyı unutturmuyordu.

Günümüz

"S-sen ölmüştün?" diye fısıldadığımda kendimi aptal gibi hissediyordum. Beyaz dişlerini göstererek gülümsedi.
"Ölmedim, karşındayım işte zeytin gözlü kız!" yanaklarımdan yaşlar süzülmeye başlayınca Bozkurt elimi daha sıkı sarıp yanımda olduğunu belli etmeye çalışıyordu. Bozkurt'un hareketlerine bir anlam yükleyecek kadar iyi tanıyordum onu.
"Git burdan Giray!" diye tısladı Bozkurt. Etrafımda neler döndüğü hakkında bir fikrim yoktu. Ama bu iş artık yılan hikayesine benzemişti. Gözlerim yavaş yavaş kararıp bir adım geriye sendelediğim sırada Bozkurt belimden destek verip düşmemi engellidi.
"Beni burdan götür, lütfen..." dedim, ses tonum bile yalvarıyordu Bozkurt'a. Beni kucakladığında Kürşad'ın sesi duyuldu arkamızdan.
"Bozkurt, iş yemeği?!" Benim yüzümden önemli bir ihalenin iş yemeğini yarıda kesiyordu.
"Başlatma işinden!" diye gürledi Bozkurt ve beni olabildiğince hızlı adımlarla çıkarttı o salondan. Ben ise acıyan bakışlara maruz kalmak istemediğimden başımı Bozkurt'un göğsüne yaslayıp sessizce ağlıyordum.

SaplantıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin