Hayatınızda bazı anılar vardır. Çoğu rutin ve sıkıcı şeylerden oluşan hayatınıza bazen biri,başınıza savaş bakanı çıkıp atom bombası atar;tüm rutinleriniz ve hayatınızın minik ama anlamlı ümitleri radyasyonun etkisiyle başkalaşır.
Bu başkalaşma çoğu zaman,radyasyonun sebebi olan kişiye dönük bir çekim olur,ancak benimkinin sebebi radyasyon etkisinde kalmam değildi. Zaten o da bana atom bombası gibi şeyler atmakla ilgilenmiyordu.
Alevler arasında kalan hayallerin bir Anka Kuşu olmadığını fark eden nadir insanlardandı bence. Küllerinden yeniden doğamazlardı.
Benim çekim sebebim ise,sırtının ortasından çıkıp tüm gövdesini saran alevden kanatlarıydı. Hayallerimin bir Anka Kuşu olmadığını biliyordum. Ancak insanın ruhunda beslediği,büyüttüğü minik tohumları olmayınca;oluşacak ağacın nasıl olduğu umurunuzda olmuyordu. Alevden tohum ya da cehennem zebanileri... Çıkacak ağaç cehennem olurdu ve ben de kovulduğum cennetimden sonra oraya yerleşebilirdim. Emindim,orası döküntü dolu apartman dairemin rutubetli
duvarlarından çok daha iyiydi.Sigara,alkol ve saman kağıdı kokusuyla harmanlanmış kitapçı;kitapların içindeki minik ve görünmez karakterlere ev sahipliği yaparken adımlarım,onları rahatsız etmemek amacıyla yavaş ve temkinliydi.
Beni çoğu zaman davet ettikleri dünyalarında cenneten kovulmuş bir melek olmam şu an umurumda değildi. Zaten saklandıkları yerde ellerini gezdirip onları alevden parmaklarıyla yakan bir şeytana izin veriyorlarsa ben de cehennemimi azıcık onların soluklarına karıştırabilirdim.
Yeterince yavaş bir şekilde yürüdükten sonra ellerim bir kitap rafının üzerine yerleşti ve görüşümü netleştirmek amacıyla kuvvet uygulamaya başladılar.Parmak uçlarımda yükselerek tüm vücudunu görmeye çalışsamda,önümde duran birkaç beden görüş alanımı kapatıyordu.Pes etmeden parmak uçlarımdaki acıyla biraz daha yükseldim,yine onu tam bir beden olarak göz bebeğime düşüremiyordum.
Biraz oflama ve kambur bir bel eşliğinde onun olduğu koridora vardım,hedefime ulaşmanın verdiği mutlulukla içimdeki minik kızla aynı anda zıplamaya başladık ardından.Biliyordum,garip gözüküyordum ancak damarlarımda çığlık çığlığa kovalamaca oynayan adrenalin ve merak beni buna zorluyor,durursam isyan ediyorlardı.Sanki,oyunu birlikte oynuyorduk ancak onlara çelme takıp düşürmenin zamanıydı çünkü şeytanımın mavi gözleri vücudumda dolaşmaya başlamıştı bile.
Kendimi kızarmış yanaklar ve sıkılmış eller eşliğinde durdurdum ve neredeyse kulaklarıma ulaşan gülümsememin üzerine biraz su serpip onu söndürmeyi başardım.
"Merhaba,Şeytan."
Dudaklarımın ifadesizliğini bozan minik tebessümüm ve saçlarımı sürekli saçlarımın arkasına itişim ile ne kadar normal gözüküyorsam o kadar normal adımlarla yanına vardım elinde bir sürü kitap olan 'şeytan' ismini yakıştırdığım henüz tanımadığım adamın.İlk defa içimde,siyah yağmur damlalarının arkasında;çürümüş bulutlarımın korumasında ruhuma dolan kırmızı siyah gökkuşağımın arasına cehennem alevinin sızışını hissedebiliyordum ve bana bunu hissettirebilen tek şey bir şeytan olmalıydı.Cennetten kovulmuş melekler sadece cehennem üfleyebilirdi.Aynı benim gibi.
"Şeytan...Ne kadar bir hakaret gibi görünse de,iltifat olarak alacağım."
Beyaz dişlerini sesindeki egoyla birlikte bana sununca,bu gümüş tepsideki ateşten kartonları olan minik hediyeyi kabul ettim ve sesime büyük bir neşe katarak cevap verdim.
"Metaforik bir algı sadece.Siyah silüetin bana alevden kanatlı bir şeytan gibi gözüktü,ben de sana adınla seslendim."
"Meta- ne ? Tanrım,insanlar bir keresinde normal bir kelime kullanmasını bilmezler mi ?"
İsyan ederek dudaklarından söktüğü cümle bir hakaret gibi gözüksede beni gülümsetirken ellerini birbirine yapıştırmış ve göğüsüne yaklaştırmıştı.Dua ediyormuş gibi yaptığını düşündüm.
"Sen şeytansan,ben de cennetten kovulup senin cehennemine erişebilmeyi hak etmiş bir meleğim.O yüzden bu hakaretin bana değil doğruca kasada oturmuş yaşlı bayana gidiyor."
Eliyle karamel rengi saçlarını karıştırıp,şeytana yakışmayacak bir melek gülücüğü attı.
"Sözlerin ne kadar gururumu okşasada gitmek zorundayım melek takma isimli garip kız.Şeytanın bu kitapların parasını ödemezse,kasadaki kadın onu öldürecek."
Elleri saçlarından sonra ne ara oraya koyduğunu bilmediğim kitaplara gitti,onları sıkıca ve hızlı bir şekilde kavradı.
"Her yeni tanıştığın kişiye iltifat edip onu sahiplenir misin? Eğer öyleyse...görüşmeye devam etmeliyiz."
Ego dolu ses tonu kulaklarıma ulaştığında kafamı hayır anlamında salladım gülerek.
"Bunu daha da çok sevdim... Neyse,garip kız en son gidiyordum ben. Görüşürüz."Kafamı sallayıp onu uğurlamadan önce ona sonradan buluşup buluşamayacağımızı sordum alışık olmadığım bir çekingenlikle.İlk defa minik kızıma böyle hissettiren birinin ellerimden kayıp gitmesine izin veremezdim.Bu kesinlikle tek günlük sıkıcı bir selamlaşma olmamalıydı.
Tamam kelimesi o kadar güzelce süzülmüştü ki kulağıma,sevinçle kahkaha atmıştım ellerimi eş zamanlı olarak çırparken.Siyah ruhum bu kadar neşeli olmamıştı hiçbir zaman.Yarın buluşacağımız beynimde dönüp duruyordu hep.
Giriyi arıyordum hep,onu da şeytanımın cehenneminde bulmuştum.Siyah ruhunun beyazlığında.Kaybolduğum ormana düşen uçurtmada.
Okula gitmek için ayrıldığım evimden sonra bir kitapçıya girmemin beni yeterince geç kaldırdığını beynim bana hatırlattığında arkamı dönmüş adımlarımı atmaya başlamıştım bile.
Gözlerim ben adımlarımı atarken tozlanmış eski cam kapıda uzun uzun oyalanıyordu. Ardından,ruhumun anlık ama heyecan dolu haykırışı,beklemediğim bir şekilde aynen dudaklarıma döküldü.
"Gel buraya,adın ne senin ?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Buluttan Şeytan
Teen FictionCehennem,tehlikeli bir oyundur. Siyah ruhlar ve minik insanlarla harmanlanmış bedenim,haykıran beynim ve paslanmış dizlerim karşımda bana bakıp zebanilerini üstüme salan şeytanıma içlerinde taşıdıkları minicik benlikleriyle tapıyorlardı. Karşımdak...