Susmuş olan silah seslerinin yerini karın üzerine bırakılan ayak sesleri almıştı. Korku nefes alışverişimle somutlaşmıştı. Üşüdüğüm için avuçlarıma doldurduğum nefes ise korkuyu ellerime hapsetmişti. Hissettiğim tek şey bu berbat hisken bir anda tüm seslerin yerini sessizliğe bıraktığını fark ettim. Hafifçe ruhumda izlerinin belirginleştiği rahatlık nefesimi normale indirgiyordu. Olduğum yere çöküp birkaç dakika nerede olduğumu anlamayı denedim. Gördüklerim birbirinin kopyasıydı. Onlarca çam ağacı ve kara esir düşmüş dalları. Ne bir yol ne de yön bulabilme ihtimalim vardı. Ne yapacağımla ilgili karar vermeye çalışırken duyduğum ses tüm kanımı dondurdu.
Gelmişlerdi. Tam karşımdaydılar.
Yapmam gerekeni kestiremiyordum. Yavaşça ayağa kalktım. Kel olan adamın yüzündeki samimiyetsiz gülüş ve çamura bulanmış takım elbisesiyle olduğundan daha mide bulandırıcı görünüyordu.
''Evet ufaklık, buraya kadarmış.'' dedi güldüğü esnada. Gözlerimi kapadım.
''Burası son nokta değil, ilerisi var Melsa.'' diye fısıldadım. Gözlerimi açtığımda arkamı dönüp tüm hızımla koşmaya başladım. Dakikalarca koştum. Hızlı nefes alışlarım ve soğuk başıma çivi gibi saplanıyordu. Onların nerede olduğunu görmek adına arkaya baktım. O esnada bir anda yer ayağımın altından kaydı ve büyük bir boşluğa düşüşüme çığlıklarım eşlik etti.
Çok değil 2 saat öncesine saralım zamanı.
Genç kız gözlerini araladığında bulanık olan görüntüyü düzeltmek adına birkaç kez gözlerini kırpıştırdı. Başında ince bir sızı ve bileklerinde ipin kasvetini hissetti. Nerede olduğuyla ilgili fikir yürütmesi mümkün değildi. Etrafında sesini henüz işittiği damla sesleri vardı. Daha çok harabeyi andıran yere nasıl geldiğini bilmiyordu. Anımsamak için beyninin ücra köşelerini yokladı. Ama son hatırladığı okula gitmek için evden ayrıldığıydı. Sonrası pusluydu.
Sorularla dolu olan sessizliği ayak sesleri bozdu. Kafasını duymuş olduğu umuda doğru çevirdi. Gelen kişiler takım elbiseli ve kısmen resmiyetini koruyan tiplerdi. Her halükarda umuttan çok bela getireceklerini belli etmişlerdi. İki kişiden kel olan kıza yaklaştı. Kızın o hali sudan çıkmış balık gibi betimlenebilirdi. Şüphesiz ait olmadığı bir yerdeydi. Bu onu korkutuyordu. Tedirgin halini başının dik duruşunun aksine gözleri ele veriyordu. Adam bir sandalye çekti ve kızın önüne oturdu. Dirseklerini dizlerine koyduktan sonra ellerini birbirine kenetledi.
''Anlat hadi.'' dedi birden adam. Bunu öylesine söylemiş olduğu belliydi ama bu acımasızlık ve cevapsızlık kıza saçma gelmişti.
''Siz anlatmalısınız. Evden çıkıyorum ve daha ben ne olduğunu anlamadan gözlerimi burada açıyorum.'' dedi yüksek sesle. Genç kızın bu çırpınışları adamı memnun etmişti. Gülümsedi, belki de kahkaha attı.Gülüşünün ardı sessizlikti. Çaresizlik çemberi dakikalar ilerledikçe daralıyordu. Adam fevri bir hareketle kızın çenesini tuttu.
''Belki de o pembe hayatının biraz karanlığa ihtiyacı vardır ufaklık. Gerçi baban gibi bir adam yeteri kadar karartabilirdi hayatını. Hah, eğer yapay güneşin ardına gizlenmeseydi.''
Gözleri büyüdü kızın. Babası hakkında böyle konuşulması onu hayrete düşürmüştü. Adam sözlerini bitirişinin ardından depoyu terk etti. Genç kız arkasından bağırmış olsa dahi arkasına dönüp bakan kimse olmamıştı.
Ve şimdiye tekrar dönelim.
Göz kapaklarımdaki basıklık gözlerimi açmama engel oluyordu. Ama duyduğum seslerin nereden geldiğini bulmam için onlara ihtiyacım vardı. Zorladım. Yine olmadı. Derince bir nefes aldım ve hareketi yinelediğim de bu defa sonuç alabilmiştim. Koridordan gelen loş ışık sayesinde olduğum yeri görebilmiştim. Ahşap bir ev ve beraberinde koyu renklerin hakim olduğu bir odadaydım. Her şey gecenin karanlığına bürünmüştü.Buna rağmen zümrüdü andıran parıltılara sahipti eşyalar. Bir anda tüm karanlık sona erdi ve odanın ışığı açıldı. Karşımda buğday tenli, uzun boylu ve bu mesafeden belli olabilecek yeşil gözlere sahip biri vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PİNHAN
General FictionKoştum. Nereye gittiğimi bilmeden. Kaçmak için, kurtulmak için ama ;