B2: "Mesafeler."

454 23 17
                                    

Öncelikle bunu okuyun. Bakın, ilk paylaştığım bölümün okunma sayısı ikinci bölümden daha fazla. Ve aralarında oldukça fark var. Vote'lar okunma sayılarına göre çok düşük. Eğer bana piçlik yapıp beğenmiyorsanız bi' bok yapmış olmuyorsunuz, söyleyeyim. Bana inanın, böyle giderse hikayeyi kökten silerim. Bu belki ağır olmuş olabilir ama ciddiyim. Hikaye silinir.

"Baba?" diye seslendim içeri girip ayakkabılarımı ayakkabı dolabına koyarken. Anahtarımı portmantodaki cam kasenin içine doğru küçük bir hareketle attım ve içeri girdim. Ses yoktu.

"Baba?" ikinci seslenişimde hala cevap alamamıştım. "Heralde bir yere kadar gitti," dedim ve odama doğru çıktım. Küçük çantamı ve elimde duran kitapları çalışma masamın üstüne koyduktan sonra üzerimi değiştirdim. Günlüğümü çıkarıp üstüne bir şeyler karaladım, ki aşağıdan kapının açılma sesleri geldi. Hızla aşağı indim. Aşağı indiğimde soğuktan donmuş babamla karşılaştım. Ellerini birleştirmiş ağzındaki sıcak nefesiyle ısıtmaya çalışıyordu.

"Neredeydin baba?" dedim yanına doğru ilerlerken.

"Sanada selam," duraksadı. "Kurbağacık." Pijamalarıma bakıyordu. Ona kötü bakışlar atarken konuşmaya devam etti.

"Pizzacıya gittim, evde bir şey kalmamış." Portmantodaki torbayı alıp elime tutuşturdu. Bir şey demeden mutfağa gittim ve iki tane tabağa bölüştürdüm. Tabakları elime alıp ışık hızıyla salona taşırken babam montunu asmakla meşguldü. Tekrar mutfağa dönüp bardaklara döktüğüm kolaları alacakken babam yanıma gelip "ben alırım," dedi ve elimin havada kalışını izlerken salona paytak paytak yürümeye başladım. Babam da arkamdan gelip kolaları sehpaya koydu ve televizyon karşısına geçti. Dibine oturdum. Pizzadan bir ısırık alıp kolamdan içtim ve ağzımdakilerin bitmesini bekledim. Konuşacaktım.

"Şey baba, ne zaman gidiyoruz?"

"Los Angeles'a mı tatlım?"

Hayır baba. Cehennemin dibine. En derinine.

"Evet babacığım."

"Ah şey, ben bunu düşündüm biraz. Evi tuttum, sadece döşemek kaldı. Haftaya veya on gün sonra uçak biletlerimizi almayı düşünüyorum. Sanırım bir haftada toparlanabiliriz, ha?"

"Evet, tabiki, evet." Gözlerimin dolduğunu hissettim ve tavana doğru baktım. Göz yaşlarımın akmadan gitmesini beklerken bu lanet dünyaya neden geldiğimi düşündüm.

***

"Ben odama çıkıyorum," dedim pizzamın son parçasını ağzıma atarak. Sesini çıkarmadı. Kendi tabağımı ve bardağımı mutfağa götürüp bulaşık makinesine koydum. Babamın makineyi kendi tabağını ve bardağını koyduktan sonra çalıştırabileceğini düşünüp odama yavaş adımlarla çıktım.

Bryant'la konuşmaya ihtiyacım vardı, hemde kesinlikle. Onun güzel sesini duyabilmek için telefonumu elime alıp numarasını tuşladım.

"Efendim?" dedi tatlı bir sesle.

"Şey, Bryant benim. Lizz. Seninle biraz konuşmaya ihtiyacım var."

"Bende tam seni arayacaktım. İyi oldu bu. Ne oldu bakalım?"

"Kesinleşti," dedim soğuk bir sesle. "bir hafta sonra gidiyoruz. Bunun için seninle konuşmaya ihtiyacım vardı."

"Lizzy, mesafeler büyük aşkların önüne geçemez. Sen Los Angeles'ta olsan bile, ben seni kalbimde hissedeceğim. Hem telefondan konuşuruz, ha? Görüntülü görüşürüz. Belki saçlarını okşayamam ama ellerimi saçlarında hissedersin değil mi? Dudaklarımı dudaklarında hissedersin. Ellerimi yanaklarına dokunurken hissedersin. Bak, dolu dolu bir haftamız var. Bir haftada neler neler yapılır. Oraya gittiğin zaman mektup atarsın bana. Seni özlemeyeceğim. Çünkü sen hep benim yanımda olacaksın." Bu öyle bir konuşmaydı ki hıçkırıklarım göz yaşlarıma karıştı. "Lizz, ağlama sakın. Hıçkırıklarını duymak istemiyorum." İsteği üzerine ağlamayı bıraktım. O beni ağlarken hiç sevmezdi. Beni teselli etmeye çalışırdı. O benim her şeyimdi.

Her Şey Yeniden (DEVAM ETMİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin