Sabır (Sabrın Fazileti/2)

142 8 0
                                    


40.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah, hayrını dilediği kişiyi sıkıntıya sokar.”
[26]
 
41.
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Başına bir musibet geldi diye hiç biriniz ölümü temenni etmesin. Mutlaka böyle bir şey temenni etmek zorunda kalırsa: ‘Allahım, benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda ölüm hayırlı olduğu zaman da beni öldür’ desin.”
[27]
 
42.
Ebû Abdullah Habbâb İbni Eret radıyallahu anh şöyle dedi:
Hırkasını başının altına yastık yapmış Kâbe’nin gölgesinde dinlenirken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e (müşriklerden gördüğümüz işkencelerden) şikâyette bulunduk ve :
– Bize yardım dilemeyecek, Allah’a bizim için dua etmeyecek misiniz? dedik. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi:
– “Önceki ümmetler içinde bir mü’min tutuklanır, kazılan bir çukura konulurdu. Sonra da bir testere ile başından aşağı ikiye biçilir, eti–kemiği demir tırmıklarla taranırdı. Fakat bütün bu yapılanlar onu dininden döndüremezdi. Yemin ederim ki Allah mutlaka bu dini hâkim kılacaktır. Öylesine ki, yalnız başına bir atlı, Allah’tan ve sürüsüne kurt saldırmasından başka hiç bir şeyden endişe etmeksizin San’a’dan Hadramut’a kadar emniyetle gidecektir. Ne var ki, siz sabırsızlanıyorsunuz.”
v
Buhârî’nin bir başka rivayetinde ifade, “Peygamber aleyhisselâm hırkasına bürünmüştü. Bizler müşriklerden çok işkence görüyorduk” şeklindedir.
[28]
 
*
İslâm’ı hayata hakim kılmak için sabretmenin ne önemli bir iş olduğunu bu hadisten öğreniyoruz. Çünkü semâvî din dediğimiz Allah’ın şeriatı yani müslümanlık sabırla ve pekçok fedakarlıklarla Hz. Âdem’den bu güne kadar gelmiştir, kıyamete kadar da yine aynı fedakarlık ve sıkıntılara sabretmek ve şehidler verilmek suretiyle toplumların hayatına hakim olacaktır. Cihad etmeksizin, sıkıntılara göğüs germeksizin yattığımız yerden biz de müslümanız demekle bu din yayılmaz ve cihana hakim olmaz. Çünkü cennetin yolu sıkıntılara göğüs germekte ve kılıçların gölgesi altındadır.
[29]
 

43.
Abdullah İbni Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi:
Huneyn Savaşı ganimetlerini taksim ederken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bazı kişilere diğerlerinden fazla hisse verdi. Akra’ İbni Hâbis’e yüz deve, Uyeyne İbni Hısn’a da bir o kadar verdi. Arapların ileri gelenlerine de o günkü taksimde biraz fazla pay verdi. Bunun üzerine bir kişi:
– Vallahi bu taksimde hakkâniyet yoktur, Allah rızâsı da gözetilmemiştir! dedi.
Ben de:
– Allah’a yemin ederim ki bunu ben Resûlullah’a söyleyeceğim, dedim. Gittim, adamın söylediklerini anlattım.
Bunun üzerine, kızgınlığından Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yüzü kıpkırmızı kesildi. Sonra şöyle cevap verdi:
– “Allah ve Resûlü de adâlet etmezse, hiç kimse adâlet etmez.”
Daha sonra da şöyle buyurdu:
“Allah, Mûsâ’ya rahmet etsin. O bundan daha ağır bir ithama maruz kalmıştı da sabretmişti.”
Ben (kendi kendime), “Bundan sonra kimsenin sözünü Resûlullah’a iletmeyeceğim” diye karar verdim.
[30]
 
*
Bu konuda Musa’ya yapılan eziyetler için bkz. (Bakara: 2/55-56, Maide: 5/24, Ahzab: 33/69)
[31]
 
44.
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah, iyiliğini dilediği kulunun cezasını dünyada verir. Fenalığını dilediği kulunun cezasını da, kıyamet günü günahını yüklenip gelsin diye, dünyada vermez. ”
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem (yine) şöyle buyurmuştur:
“Mükâfâtın büyüklüğü, belânın şiddetine göredir. Allah, sevdiği topluluğu belâya uğratır. Kim başına gelene rızâ gösterirse Allah ondan hoşnut olur. Kim de rızâ göstermezse, Allahın gazabına uğrar.”
[32]
 
*
Şu içinde bulunduğumuz imtihan dünyasında başımıza gelecek her türlü hadise ve sıkıntılara karşı Allah’tan geliyor diyerek sabretmemiz ve dirençli davranmamız gerekiyor.
[33]
 
45.
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:
Ebû Talha radıyallahu anh’ın hasta bir erkek çocuğu vardı. Ebû Talha evde değilken çocuk öldü. Eve döndüğü zaman:
– “Oğlumun durumu nedir?” diye sordu.
Çocuğun annesi Ümmü Süleym:
– O şimdi eskisinden daha rahat, dedi. Akşam yemeğini hazırlayıp getirdi. Ebû Talha yemeğini yedi sonra da hanımıyla yattı. Daha sonra hanımı ona “Çocuğu defnediniz” dedi.
Ebû Talha sabahleyin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gitti ve olup biteni anlattı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Bu gece ilişkide bulundunuz mu?”
diye sordu.
Ebû Talha:
– Evet, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allahım, bu ikisine mübârek kıl”
diye dua etti.
(Zamanı gelince) Ümmü Süleym bir erkek çocuk doğurdu. Ebû Talha bana:
– “Çocuğu al, Peygamber’e götür” dedi. Ümmü Süleym de bir miktar hurma verdi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Çocuğun yanında herhangi bir şey var mı?”
diye sordu. Ben:
– Evet, bir kaç hurma var, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hurmaları ağzına alıp çiğnedi. Sonra çıkarıp çocuğun ağzına koydu ve damağını hafifçe oğdu, adını da Abdullah koydu.
[34]
v
Buhârî’nin bir rivayetine göre Süfyân İbni Uyeyne; “Ensardan bir kişi (İbâye İbni Rifa’a) Abdullah’ın dokuz çocuğunu gördüğünü, hepsinin de Kur’an’ı okuyan ve mânasını anlayan kimseler olduğunu söylemiştir.”
[35]
v
Müslim’in rivâyetinde ise, olay şöyle anlatılmaktadır:
Ebû Talha’nın, Ümmü Süleym’den olma bir oğlu vefat etti. Ümmü Süleym, ev halkına:
– Ebû Talha’ya ben haber vermedikce, oğlu hakkında hiç biriniz bir şey söylemeyiniz! diye tenbihledi. Sonra Ebû Talha eve geldi. Ümmü Süleym akşam yemeğini getirdi. Ebû Talha yemeğini yedi. Yemekten sonra Ümmü Süleym, eskiden olduğundan daha güzel süslendi. O da hanımıyla yattı. Ebû Talha’nın karnı doyup tatmin olduğunu görünce Ümmü Süleym ona:
– Ey Ebû Talha, bir millet, bir aileye emânet bir şey verseler de, sonra emânetlerini isteseler, iade etmeyebilirler mi, ne dersin? dedi.
 Ebû Talha:
– Hayır, (vermemezlik edemezler) dedi.
Ümmü Süleym:
– O halde oğlunu geri alınmış böyle bir emânet bil, dedi.
Ebû Talha kızdı ve:
– Mademki öyle, niçin hiç bir şey olmamış gibi davrandın? Şimdi de tutmuş, oğlumun durumunu bana haber veriyorsun, öyle mi? dedi. Derhal kalkıp Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gitti ve olanı biteni olduğu gibi haber verdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Geçen gecenizi Allah hakkınızda bereketli kılsın”
buyurdu.
Ümmü Süleym hâmile kaldı.
 Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir sefere çıkmıştı. Ümmü Süleym de bu sefere iştirak etmişti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem seferden döndüğünde Medine’ye gece girmezdi. Medine’ye yaklaştıklarında Ümmü Süleym’i doğum sancıları tuttu. Bu sebeple Ebû Talha onun yanında kaldı, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yoluna devam etti. Ebû Talha şöyle demeye başladı:
– Rabbim! Sen çok iyi bilirsin ki ben, Resûlün ile beraber Medine’den çıkmaktan, onunla beraber Medine’ye girmekten son derece memnun olurum. Fakat bu defa bildiğin sebepten takılıp kaldım.
Bunun üzerine Ümmü Süleym:
– Ebû Talha! Şimdi artık sancım kalmadı. Sen git, dedi.
(Enes diyor ki) Biz yolumuza devam ettik. Medine’ye geldiklerinde Ümmü Süleym’i yine doğum sancısı tuttu ve bir erkek çocuk doğurdu. Annem (Ümmü Süleym) bana:
– Enes, bu çocuğu sen sabahleyin Resûlullah’a götürmeden kimse emzirmesin, dedi. Sabahleyin ben çocuğu alıp Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e götürdüm. Resûlullah’ın elinde bir dağlama âleti vardı. Beni görünce:
– Herhalde Ümmü Süleym doğum yaptı, buyurdular.
– Evet, dedim. Hemen elindeki dağlama âletini bıraktı. Ben de çocuğu kucağına verdim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Medine’ye has acve hurmasından bir tane istedi. Onu ağzında iyice çiğnedi, sonra da çocuğun ağzına çaldı. Çocuk yalanmaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Medinelilerin hurma sevgisine bakın!”
buyurdu. Çocuğun yüzünü okşadı ve ona Abdullah adını verdi.
[36]
 
*
Bu hadîs-i şerîften bir annenin çocuğunun ölümüne karşı ne kadar sabırlı ve metanetli olduğunu öğreniyoruz. Dolayısıyla müslüman verilen her nimete karşı veren de alan da Allah’tır, güldüren de ağlatan da Allah’tır inancı ve şuurunda olmalıdır. Herşeyin yani mal, mülk, karı, koca, sıhhat, evlat, göz, kulak, makam, mevki, zenginlik bizlere emanet olarak verilmiş olup bir gün elimizden alınacaktır inancında hayatımızı sürdürmeliyiz.
[37]
 
46.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Gerçek babayiğit, güreşte rakîbini yenen değil, öfkelendiği zaman nefsine hâkim olan kimsedir.”
[38]
 
*
Kişinin kendi istekleriyle mücadelesi her türlü mücadelenin en zorudur. Kişisel ve toplumsal zararlarını düşünerek müslüman öfkelenmemeye çalışmalı ve bu uğurda çok gayret etmelidir.
[39]
 
47.
Süleyman İbni Surad radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gün Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturuyordum. İki kişi birbirine sövüp duruyordu. Bunlardan birinin yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuş, boyun damarları şişmiş, dışarı fırlamıştı.
Bunu gören Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ben bir söz biliyorum, eğer bu kişi onu söylerse, üzerindeki bu kızgınlık hali geçer. Eğer o, “Eûzü billâhi mine’ş–şeytânirracîm = İlâhi rahmetten kovulmuş şeytandan Allaha sığınırım” derse, üzerindeki hâl kaybolur.”
Oradakiler Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ona “İlâhî rahmetten kovulmuş şeytandan Allah’a sığın!” tavsiyesinde bulunduğunu ilettiler.
[40]
 
*
Bu hadisin daha iyi anlaşılması için Fussilet: 41/36 ve A’râf: 7/200 ayetlerine bakınız.
[41]
 
48.
Muâz İbni Enes radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Gereğini yapmaya gücü yettiği halde öfkesini yenen kimseyi Allah, Kıyamet günü herkesin gözü önünde çağırır, hûriler arasından dilediğini seçmekte serbest bırakır.”
[42]
 
49.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Bana öğüt ver, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de ona:
– “Kızma!”
buyurdu.
Adam dileğini bir kaç kez tekrar etti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de (her defasında ısrarla) :
– “Kızma!”
buyurdu.
[43]
 
*
Öfkenin büsbütün yok edilmesi mümkün değildir. Abdullah ibn Mubârek’e güzel ahlak nedir? Anlat demişlerdi de O da öfkelenmemekten ibaret olduğunu söylemiştir. Kişi öfkelenmeyi doğuran sebeblerden uzak durmalı her zaman ve her yerde öfkelenmemelidir. Öfke ancak dînî değerlerin korunmasında olursa hoş karşılanabilir. Değilse öfkelenen kimse şeytanın avucuna düşmüş olur ve şeytan ona her türlü kötülüğü yaptırabilir.
[44]
 
50.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Erkek olsun, kadın olsun mü’min, Allah’a günahsız olarak kavuşuncaya kadar kendisinden, çoluk çocuğundan, malından belâ eksik olmaz.”
[45]
 
*
Bu dünya imtihan dünyasıdır. İnsanlar değişik ve rengarenk şekillerle Allah tarafından imtihana çekilirler. Kişi imtihanı kazanabilmek için başına gelecek her türlü sıkıntıya karşı sabırlı ve dirençli olmalıdır.
[46]
 
51.
Abdullah İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Uyeyne İbni Hısn (Medine’ye) geldi ve yeğeni Hurr İbni Kays’a misafir oldu. Hurr, Hz. Ömer’in danışma meclisi üyelerindendi. Zaten genç olsun yaşlı olsun âlimler (kurrâ), Hz. Ömer’in danışma meclisinde bulunurlardı. Bu sebeple Uyeyne, yeğeni Hurr İbni Kays’a:
– Yeğenim, senin devlet başkanı yanında önemli bir yerin vardır. Beni kendisiyle görüştür, dedi.
Hurr, Ömer’den izin aldı. Uyeyne Ömer’in yanına girince:
– Ey Hattâb oğlu, Allah’a yemin ederim ki, bize fazla bir şey vermiyorsun. Aramızda adâletle de hükmetmiyorsun, dedi.
Ömer hiddetlendi, Uyeyne’ye ceza vermek istedi.
Bunun üzerine Hurr:
– Ey Müminlerin emiri, Allah, Peygamberine “Affı seç, iyiliği emret, cahilleri cezalandırmaktan vazgeç!” (A’raf: 7/199) buyurdu. Benim bu amcam da câhillerdendir, dedi.
Allah’a yemin ederim ki, Hurr bu âyeti okuyunca Ömer, Uyeyne’yi cezalandırmaktan vazgeçti. Zaten Ömer, Allah’ın kitabına son derece bağlı idi.
[47]
      
 
52.
Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Hiç şüphesiz, benden sonra, adam kayırmalar ve yadırgayacağınız bazı işler olacaktır”
buyurdu. Ashâb–ı kirâm:
– Ey Allahın Resûlü! O zaman nasıl davranmamızı tavsiye edersiniz? dediler.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de:

        
“Siz üzerinize düşen görevleri yapar, kendi hakkınızı ise, Allah’tan beklersiniz”
buyurdu.
[48]
 
*
Sabrın toplum ve sistemle ilgili yönünü ortaya koyan bu hadîs-i şerîfte de yönetenlerin yönetilenlerin kabalık ve cahilliklerine ceza vermek suretiyle karşılık vermemeleri gerektiğini zekat, cihad gibi görevlerin yerine getirilirken mahrum edilen kimselerin bu haklarını Allah’tan beklemeleri gerektiğini, bu tür basit şeylerden dolayı İslâmî idareye baş kaldırarak hak almak için kargaşa çıkarılmaması ve sabredilmesi gerektiğini öğrenmekteyiz. Allah Rasûlü (s.a.v.):
“Allah’a isyan olunan yerde kula itaat yoktur.”
[49]
hadisiyle de bunun sınırını çizmiş olmaktadır.
[50]
 
53.
Ebû Yahyâ Üseyd İbni Hudayr radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Medinelilerden bir adam:
 – Ey Allahın Resûlü, falan kişi gibi beni de vâli tayin etmez misiniz? dedi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Siz, benden sonra adam kayırma olayları göreceksiniz. Havuz başında bana kavuşuncaya kadar sabrediniz!”
buyurdu.
[51]
 
*
İşler ehil olmayan kimselere geçince pekçok yanlışlıklar yapılacaktır. Bu hadîs-i şerîfte de her sahada yapılacak olan bu yanlışlıklara müslümanın sabretmesi gerektiği hatırlatılmaktadır.
[52]
 
54.
Ebû İbrahim Abdullah İbni Ebû Evfâ radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, düşmanla karşılaştığı gazalardan birinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem güneş tepe noktasından batıya doğru meyledinceye kadar bekledi, sonra kalktı ve:
– “Ey müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz; Allah’tan âfiyet dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz ve biliniz ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır”
buyurdu. Sonra Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua etti:
“Ey kitab’ı (Kur’an’ı) indiren, bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allah’ım, şu düşmanı perişan et ve bizi onlara karşı muzaffer kıl!”
[53]

-----
[40]
Buhârî, Bed’ü’l–halk 11, Edeb 44, 76; Müslim, Birr 109.
[41]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 25.
[42]
Ebû Dâvûd, Edeb 3 ; Tirmizî, Birr 74; Kıyâmet 48. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 18.
[43]
Buhârî, Edeb 76. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 73.
Bu hadis 639 numarada tekrar gelecektir.
[44]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 25.
[45]
Tirmizi, Zühd 57.
[46]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 25.
[47]
Buhârî, Tefsîru sûre (7), 5, İ’tisâm 2
Bu hadis ileride 358 numarada gelecek ve gerekli açıklama orada verilecektir.
[48]
Buhâri, Menâkıbu’l–enbiyâ 8; Fiten 2 ; Müslim, İmâre 45, 48.
[49]
Buhârî, Cihad 109.
[50]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 26.
[51]
Buhârî, Fiten 2, Menâkıbü’l–ensâr 8; Müslim, İmâre 48, Fedâil 27, 28.
[52]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 26.
[53]
Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20.
Bu hadis ileride 1325 ve 1352 numaralarda tekrar gelecektir.

Riyazus SalihinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin