YENİ HAYATINA MERHABA DE

9 2 1
                                    

1514 yılında Louisiana Shreveport'taki Maren kabilesinin başkanı Sam Stewart'ın kızı 5 gün sonra 16 yaşına girecekti ve bunun ne demek olduğunun farkındaydı. Vahşice kurban verilecekti. Yani bir nevi ölümünü bekliyordu.

Maren'i ise büyük bir heyecan sarmıştı. Ne de olsa koskoca kabile başkanının kızıydı kurban verilecek olan. Üstelik şeytan zavallı Amelia'nın ölümüyle daha da güçlenecekti. Onların inanışı, dökülen her genç kız kanının doğrudan şeytanın ruhunu beslediği yönündeydi. O, beslendikçe güçlenecek ve günün birinde nihayet yeryüzüne gelebilecekti. Kabilenin istediği de buydu. Ama bugünü heyecanla değil de korkuyla bekleyenler de vardı. Amelia gibi... O ve en yakın arkadaşı Jane, bu yapılanların yanlış olduğunu düşünen ama itiraz edecek gücü olmayanlardandı.

      Jane uzun zamandır Amelia'yı bu ayinden kurtarmanın yollarını düşünüyordu. Son çare olarak kabilenin en yaşlı cadısı Rose'a gitmişti. Aslında Rose kabilenin en bilge cadılarındandır ama yıllar önce insanlara bu ayinlerin yanlış olduğunu ve şeytanın onlara hiçbir yarar sağlamayacağını söylediği için Maren kabilesi tarafından tamamen dışlanmış, yalnızca Rose'un cadılığın öncülerinden olan atalarına saygıdan kabilede kalmasına izin verilmişti.

    Amelia konusunda Rose'dan yardım isteyen Jane, malesef olumsuz bir yanıtla karşılaşmıştı. Rose, ona Amelia'yı Bu işten kurtarmanın imkansız olduğunu söylemişti. En yakın arkadaşına yardım edemeyen Jane, umutsuzca bir mucize olması için dua ediyordu. Ta ki Rose, 2 gün önce Jane'i yanına çağırana kadar. Fakat Jane, bunun muhtemelen önemsiz bir şey olduğunu, Amelia'ya yardım edemediği için kendisini suçlu hissettiğini ve özür  dilemek için yanına çağırdığını düşünmüştü.

                           AMELIA
Şu anda Amelia'ya hayatta en çok istediği şeyi sorsalar hiç düşünmeden bu kanlı ayinden kurtulmanın bir yolunu bulmak derdi. Ölmek istemiyordu. Hele de şeytanı güçlendirmeyi hiç istemiyordu. Cadıların bu pis oyununa alet olmak istemiyordu. Sürekli nasıl öldürüleceğini düşünüyordu. Canı ne kadar yanacak? Bağıracak mı? Yoksa ruhu bedenini terk ederken bir damla yaş mı yakacak tenini? Üstelik bu işin en kötü yanı da onu öldürecek olan kişinin babası olmasıydı. Kurbanları babalar verirdi. Ki babası da bu konuda oldukça istekliydi. Biricik kızını bu uğurda şeytana ödül olarak verecekti. Kutsal bir amaca hizmet etmiş olacaktı. Herkes onunla gurur duyacaktı. Peki ya Amelia? O ne olacaktı?

                           O GÜN
        Kabuslarla geçen 5 günün ardından o gün gelmişti. Günlerdir kimse Amelia'yı yalnız bırakmamış, olur da başına bir şey gelirse diye başında beklemişlerdi. Sabahın erken saatlerinden itibaren hazırlıklar başlamış, ayinin yapılacağı alanda ateşler yakılmış, çarşaflar gerilmiş, tütsüler yakılmıştı.

        Güneş battı ve vakit geldi. Cadılar sıra sıra dizilip oturdular. 7 cadı ateşin başına geçti. 7 tanesi ise ayakta eski dilde bir takım şeyler söyleyerek şeytanı, ayini izlemeye davet ediyorlardı. Onun için verdikleri kurbanı izlemesini istiyorlardı. Meydanda dizilen tüm cadılar arkadan öne ellerini bir önündekinin sırasıyla önce sağ sonra sol omzuna koyup başlarını eğerek elleriyle aynı yöne olacak şekilde sallıyorlar ve eski dilde şeytanı çağırıyorlardı. Çünkü şeytan eski dili biliyordu. Galiba yenisini öğrenmeye fırsatı olmamıştı.
     Kabilenin başkanı Sam Stewart, büyük  bir ateşin başında bekliyordu.  Babalar kızlarını öldürdükten sonra kanlarını ateşe dökerdi ki cehennemdeki ateş sönsün ve şeytanı yakmasın. Ölen kızların vücudundaki bütün kan akıtılır, damarları boş cesetler toprağa gömülürdü.

                      *************
  Saat gelmişti. Amelia çadırda bir divanın üzerine oturmuş öylece karşıya bakıyordu. Ne bir kıpırdama ne bir ses... Korkuyordu. İliklerine kadar korkuyordu. O kadar korkuyordu ki konuşamıyordu. Vücudu kendini kitliyor, hareket edemiyordu. Ele geçiriyordu onu bu korku. Göğüs kafesinin içinde dağılıyor, hücum ediyordu zerrelerine. Tüyleri diken diken oluyordu. Ürperiyordu. Ağzı kuruyor, nefesleri düzensizleşiyordu. Kalbinin atışlarını duyacaklar diye korkuyordu. Ölmek istemiyordu.
Bir de Jane'i düşünüyordu. Son birkaç gündür yanına hiç gelmemişti. Belki de beni bu halde görmek istememiştir ya da belki de yanımda ağlayarak beni daha çok üzmekten korkmuştur diye düşündü. Yine de onu ayinden önce görebilmek isterdi. Ona son kez sarılmak ve hoşçakal demek...

Koyu BeyazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin