-1614 / Kızıl Rüzgar-
Kızıl Rüzgar'da bir kış gününün safağına göre hava oldukça ılıktı. Bundandır ki, henüz gün yeni yeni ışıldıyorken uyandırıldı toprak sahibi Charles Bellafontena'nın kızı Alexandra Isabella. Normal bir günde bu saatte uyanması imkansızdı ancak şafağı güzel olan günlerde asillerin sabahı karşılamaları gerekirdi. Bu neredeyse tüm İngiltere sosyetesinin bir geleneğiydi.
Isabella üzerindeki yünlü bir boyunluğu olan soluk mavi geceliği omuzlarından aşağı bırakarak soyundu. Neyse ki odasındaki şömine çoktandır yanıyordu, böylece üşümeyecekti. Çıplak vücudunu, banyosundaki küvetin sıcacık sularına bırakan genç hanım, kendisine eşlik etmekle görevli olan nedime kıza bakmadan;
"Biraz bal lütfen" diye buyurdu. Sıcak duş suyuna katılan bal kadar rahatlatıcı başka bir şey bilmiyordu. Başını küvetin yastıklı başlığına koyduktan sonra gözlerini kapatıp biraz gevşedi. Yeni uyanan biri için bu rahatlama isteği çok görülebilirdi elbette. Ancak hayatı zenginlik ve lüks içinde geçen bir beylik kızı için uyku bile yorucu olabilirdi. Hele ki kötü bir rüya görmüş ise... İşte o zaman tüm konfor sağlanmalı ve gecenin karanlığı geride bırakılmalıydı. Gümüş küvetin içindeki durgun su, dökülen altın sarısı bal ile dalgalandı. Isabella gevşedi, yavaşça nefes alıp veriyor, yumuşacık ballı suyun teniyle oynaşmasına izin veriyordu. Böyle dakikalar geçirdikten sonra temizlenip duştan çıktı ve giyindi. Ancak hala gün için hazır değildi, zemininde ağır kahverengi bir halı olan odasında topuklu ayakkabılarıyla gezinip takı denerken, güller sarkıtılmış penceresinin koyu yeşil perdelerini açmayı ihmal etmedi.
"Ah, yaşlı Abra!" diye söylendi bunu yaparken. "Odamı havalandırmayı bile unutuyorsun, yaşın bakıcılığımı yapmak için o kadar geçti mi sahi?" Saçları tepesinde topuz şeklinde tutturulmuş, orta boylu, hafifçe kilolu kadın hafifçe gülümsedi.
"Genç hanımın rahatça giyinebilmeleri için perdeleri çektim" diye açıklama yaptı. Isabella muzip bir kahkaha attı.
"Elbette" dedi, "bir genç kadın vücudunu herkese göstermemeli." Aslında böyle düşünmüyordu, hiç böyle düşünmemişti. Ancak derebeyinin kızı da olsa -ki bu derebeyi çok önemli bir kontun pek yakından dostu ve aynı kontun güvencesi altındaydı- dini emirlere ve kiliseye karşı gelemezdi. Karşı geliyorsa bile bunu belli etmemeliydi."Kahvaltı için hazır mısınız, genç hanım?" diye sordu Abra. Omuzlarını henüz aşmış saçlarını düzelttikten sonra cevapladı Isabella;
"Elbette. Onunla ne zamandır konuşmadık, bu güzel bir fırsat olacaktır." Abra'nın gülümsemesi o anda söndü, yerini endişe aldı."Genç hanım kimi kastediyorlar?" diye sordu. On dördünde bir kıza göre boyu yeterince uzun olan Isabella;
"Abra!" diye çıkıştı. "Biliyorsun." Yardımcı kadın kendisini suçlu hissederek boynunu büktü. Birkaç uzun saniye içerisinde sözlerini tarttı."Genç hanım..." diye mırıldandı. "Efendi Charles, kahvaltıya yalnızca Marry Hanım ve siz Isabella Hanım'ı davet ettiler." Isabella bir an ne diyeceğini bilemedi. Balkonuna çıktı ve oradan şatonun ön bahçesini süzdü. Aşağıda güzel çiçeklerle kaplı bir bahçe vardı. Güller, orkideler... İngiltere sosyetesinin gözdesi çiçekler. Kış çiçekleri kurutuyordu ancak annesi Marry E. Bellafontena, her sabah yeni çiçekler ektiriyordu. Çiçeklerin ortasında bir yerde pek gösterişli sayılmayacak bir süs havuzu vardı. Havuzun içinde iki beyaz kuğu yüzüyordu. Bu kuğular şüphesiz ki İngiltere'ye ve I.James'e olan bağlılığı ifade ediyordu. Ama bir detay vardı ki bunu herkes fark edemezdi. Kuğulardan biri solgundu, tüyleri cansızdı ötekinin tüyleri gibi parlamıyordu, bu kuğu daha küçüktü, gelişmiyor gibiydi. Bu da bir şeyi simgeliyordu. Isabella bu simgeyi çok iyi kavrıyordu. Genç Isabella soluklanmak için çıktığı balkonunda dışarıda yeşillenen güzel günü izlerken konuştu;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bellafontena Şatosu
TerrorBir sır, bir infaz ve bir lanet. 1632 yılında halkına ettiği tüm zulümlerin bedeli olarak infaz edilen bir Kontesin son sözü; "her ruhun bir elçisi vardır, benim ruhumun elçisi bu saraya tekrar ayak basacak" oldu. Bu olaydan yüzyıllar sonra 2013 yı...