Dorm Room 210: Değişiklikler/2

1.5K 85 6
                                    

Kısım 2:

Yanımda bir kadın oturuyordu. Gülümseyerek, ''Pardon, lavabo nerede biliyor musunuz?'' diye sordum keçileri kaçırmış gibi görünmeme umuduyla. Hemen arkamızdaki yakın bir noktayı işaret etti kadın. Elimde çantalarla teşekkür edip, lavaboya doğru yöneldim. 

Bir kaç kız ve kadın mekanı kendi aralarında sohbet etmek için işgal ediyordu, ama yine de lavabo boştu. Fayans zemin ve duvarlardan yayılan serinlik odayı dolaşıp, yüzümdeki ısıyı dindirdi. Önümdeki -çok temiz ve cam temizleyicisinin soluk aromasını taşıyan- ayna soluk yüzümdeki yanaklarımın kızarıklığını elektriklenmiş bukleli sarı saçlarımı yansıtıyordu. 

Dağınıklıktan sızlanarak, tarağımı çıkardım, akan suyun altına tutarak ıslattım ve saç tellerimi ayırmaya başladım. Fayanslar gibi su da kafa derimi serinletmişti. Kadınlar lavaboya girip çıkarken ben hala burada durmaya devam ediyordum. Telefonum, saniyeler dakikalara dönüşürken elime perçinlenmişti.

Zaman çabuk geçmişti ve kızlar tuvaleti tenhalaşmaya ve sessizleşmeye başlamıştı. Ben tuvalette benden başka kimse kalmadığını fark etmeden önce, mırıltılar durmuş ve neredeyse hiç var olmamışlar gibi gitmişlerdi. Yüzümü çatarak, lavabodan ayrıldım...

Ve resepsiyon odasında hiç kimse yoktu. Buraya ilk geldiğimde hipervantilasyona* uğramadıysam, şimdi uğramıştım.

Helen'e neredeyse -aslında gerçekten de- koşmuştum. Ne diyeceğimi bilemeden kekeleyerek bir şeyler söyledim. Kafasını kaldırdı; gri gözleri benim kahvelerimle buluştu. Dudaklarından bir iç çekiş çıktı, sanki ne söyleyeceğimi biliyor gibiydi. Yine de söyledim.

 ''Ah. Tanıtım turunu kaçırdım.''

Kim olduğumu hatırlamadığını söyleyebilirdim, geçen kasımın üzerinden dört ay geçmişti ve muhtemelen kadının adres soran bir kızı aklında tutmaktan daha önemli işleri vardı. Parmakları klavyede hızlıca gezindi.

''İsmin ve bölümün? Odanı anında bulabilirim.''

''Lillian Camel. Moda Tasarım Fakültesi.''

''Bir saniye bekle tatlım. Uzun sürmeyecek.'' Uzun ince parmakları telefonun sol üst köşesindeki direk arama butonuna ulaştı. Cevap vermeden önce kafasıyla karşıyı işaret etti. Alt dudağımı ısırarak, Helen'e geri bakıp, karnımdaki rahatsız hisle gri deriden sandalyeye yöneldim.

Yanımdaki oturulacak yerden gelen sesin sahibine döndüm. Beni bakarken yakalayan kız olduğunu görmemle düşüncelerim sessizliğe bürünmüştü. Kız geriye yaslanırken, yanaklarım kızarmaya başlamıştı. Mavi gözleri başka yöne bakmayı reddediyordu. Mükemmel bir kavisle kalkan kaşı, beni incelediğini gösteriyordu. Farkındalığı etrafımda yağmur bulutu gibi dolanıyordu ama onu gönderebilmek için elimden hiçbir şey gelmiyordu. Bu kız her kimse, feci halde beni korkutuyordu.

''Grubunu kaybettin.'' Kulağa soruymuş gibi gelmiyordu ama yine de kafa salladım.

''Sen, sende seninkini mi kaybettin?''

Omuz silkti ve başka cevap vermedi.

Helen telefonda konuşmaya devam ediyordu, yani ona bir soru sorabilme ihtimalim -aptalca ve bir sarışından umulacak salakça bir soru- boşunaydı. Ve şuan yapabileceğim en küçük düşürücü hareket olurdu. Onun yerine, yurt odamı ve potansiyel yurt arkadaşlarımı düşünmeye başladım. Bütün dörtlü odaların tükendiğini görüp, en fazla üç kişilik oda kısmını işaretlemiştim. Yeni insanlarla tanışmak tam benlik bir şey pek değildi, ama herkes bir noktada bunu yapardı. Benim ve onların ortak paydamızın sanat olduğunu düşününce, belki de benim de arkadaş yapabilme ihtimalim vardı.

Dorm Room 210 (Türkçe)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin