TvT - 3. Bölüm

60 3 2
                                    

Girayla bu saçma tanışmadan sonra aradan birkaç gün geçti ve hemen hafta sonu olmuştu. Biz Berkayla daha yakın olmaya başladık. Bu çok mükemmel birşeydi bence. Çünkü Berkay'ı çok sevmeye başladım. Her anımız birlikteydi. Son zamanlarda bana daha çok gülüyordu. Saçma sapan sesler çıkarıyordu ve bu hoşuma gidiyordu. Bu süreçte Muhsin Bey bir kere aramıştı. O da herşey yolunda mı diye sormuştu. Pek önemli değildi. Ve en önemlisi çakma eşimden boşandım. Bunu söylerken ne kadar mutluysam bir o kadarda garip hissediyorum kendimi. Bu zamana kadar bütün teklifleri geri çevirip erkek düşmanıymış gibi davranmıştım. Tabii ki değildim. Hatta aşık olmayı çok istiyorum ama belirli bir süreden sonra beynimdeki 'bütün erkekler aptal' düşüncesini bir türlü silip atamıyordum. Asya'nın bana ayarlamaya çalıştığı erkeklere yemek sonunda görüşürüz kardeşim diyerek ayrılır, bir daha görüşmezdim. Asya bana rahibe diyip duruyor. Olgun dediğim Şila bile bu düşünceye tam destek veriyor. Neymiş efendim elime erkek eli değmeden ölücekmişim. Benim için hava hoş. Öylede ölsem bir sıkıntı olmaz. Bu düşüncelerle boğuşurken küçük insan uyandığını belirten sesler çıkarttı. Yatakta ona doğru döndüm. Gözlerini ovalıyordu. Bu görüntü çok tatlıydı. Asya'nın aldığı pijamaları giydirmiştim dün gece. Üzerinde 'teyzoşum bir tane' yazıyordu. Birde kocaman öpücük vardı. "Günaydın çirkinim." dedim son heceyi uzatarak. Sesimi duyunca gözlerini ovalamayı bırakıp bana baktı. Onu kucağıma aldım ve öpücük seansına başladım. Yüzünün her yerine minik minik buseler konduruyordum ve bu çok hoşuna gidiyordu. Küçük bir gülüşe sahipti. Yani bu zamana kadar kocaman bir kahkahasını duymadım. Belkide bebek olduğu için öyle gülemiyordur. Bilmiyorum. "Hadi bakalım. Göbüşümüzü doyuralım." dedim gülerek. Mama masasına oturttum. Önüne birkaç oyuncak koyduktan sonra ona mama hazırlamaya başladım. Yine biraz fazla ısıtmıştım ve soğumasını beklerken kendime de kahvaltı hazırladım. Maması ılık olunca önce onun mamasını yedirmeye başladım. "Aç bakalım ağzını. Bak uçak geliyo, geliyo ham. Aferin benim canıma." diye maymun oluyordum ona yemek yedirirken. Şu karanlık eve güneş gibi doğmuştu resmen. Eskiden bu saatlerde ya okulda ya da iş yerinde olup patronun fırçasını yiyor olurdum. Fakat şimdi küçük bir insana sırf yemek yesin diye şebeklik yapıyordum. "Bak aşkım bugün Songül Sultan gelicek. Onu üzme olur mu ?" dedim sanki beni anlayacakmış gibi. Gülüyordu. Dişleri yoktu ve bu onu daha şeker yapıyordu. Dudaklarının etrafı mama olmuştu ve ben tam ordan öptüm. Eskiden olsa ne kadar iğrenirdim bu durumdan ama o sanki gerçek oğlummuş gibi. Onu ben doğurmuşum gibi. Elbette gerçek bir anne gibi hissedemem. Fakat kağıt üzerinde bile olsa ben onun annesiydim. Belkide benim annem uzun zamandır yanımda olmadığı için kendimde yaşadığım bu boşluğu Berkay'a hissettirmemeye çalışıyorumdur. Yüzünü sildikten sonra oyuncakları tekrar önüne koydum ve bende kahvaltı etmeye başladım. Yatak odasından telefonumun sesini duyuyordum ama arayan kişinin Asya olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu bildiğimden açmak istemiyordum. Yine başlayacaktı akşam parti var - hala hazırlanmıyorsun - ne kadar rahatsın gibi bir sürü cümle kurucaktı. Bugün kızlar bize gelicek ve Berkay'a Songül sultan yani Şila'nın annesi bakacaktı. Saate baktığımda öğleni geçiyordu ve telefonum ısrarla çalmaya devam ediyordu. Oflayarak yatak odasına gittim. Telefonu elime aldığımda Muhsin Bey'in arıyor olmasını görmek beni şaşırttı. Hemen açtım. "Kusura bakmayın. Yemek yiyordum." diyerek açıklama yapma isteği duymuştum. "Sorun değil. Sizi merak ettim sadece." dedi. Sesi sakin geliyordu. Hatta normalden daha sakin. Bir sorun var gibi bir tını vardı sesinde. "İyiyiz." dedim konuyu uzatmayarak. Nefesini dışarı verdiğinde resmen kırmızı alarmlar çalmaya başlamıştı. "Muhsin Bey ? Bir sorun mu var ?" dedim. Vereceği olumsuz bir cevap olacak diye korkuyordum. "Selim geldi mi ?" diye sordu ama ben öyle birini tanımıyordum. Acaba Cengiz mi diyecekti ? İsimleri karıştırdı heralde. Emrinde dolu insan var nasıl hatırlasın adam değil mi ? "Ha evet Cengiz abi sabah uğradı." dedim. "Cengiz ne alaka ? Ben sana Selim geldi mi diye soruyorum sen bana Cengiz diyorsun. Cengizi merak etsem arar kendine sorardım değil mi Bia ? İyi olduğuna emin misin ?" diye azarladı beni. Ama gerçekten Selim diye birini tanımıyordum. "Ben Selim diye birini tanımıyorum ve eğer o kimse bugün Cengiz abiden başka kimse gelmedi." dedim sesim titremişti. Çünkü o sakin ses tonundan nasıl böyle bir kızgınlık çıktı ? Şaşırmıştım. "İşleri çok zorlaştırıyorsun. Bak güzel kızım. Sen o çocuğu tek başına yapmış olamazsın. Öyle değil mi ?" derken hemen sözünü kestim. "Onu ben doğurmadım Muhsin Bey." dedim. Muhsin Bey derin bir nefes aldı. "Kimlikteki babası Bia anlıyor musun ? Sizi arıyor. Selim dediğim kişi benim yeğenim. Bu bebek işini ona söylediğimde pek mutlu olmadı. Beni anlıyorsun heralde." dediğinde anlamıştım ama neden bizi arasın ki ? "Hayır anlamadım. Neden bizi daha doğrusu Berkay'ı arasın ki ?" dedim düşüncelerimi kelimelere dökerek. "Çünkü o Berkay'ın gerçekbabasıada ondan. Eğer seni bulursa ona sakın bebeği verme. Ben Türkiye'ye dönüyorum." diyip suratıma kapattı. Bu çok saçmaydı. Nasıl gerçek babası o olabiliyor. Daha birkaç gün önce bir kadınla birlikte önüme sunmuşlardı Berkay'ı. Bence benimle dalga geçiyor. Bebeği tabii ki o adama vermem ama yinede bir kuşku kalmıştı içimde. Muhsin Bey'i pek ciddiye almadan normal yaşantıma devam ettim. Yaklaşık bir saat sonra kızlar ve Songül Sultan gelmişti. Berkay'ı Songül teyzeye bırakıp biz odama geçmiştik hazırlanmak için. Asya elinde kocaman bir çantayla gelmişti. "Onun içinde ne var ?" diye sordum. "Sana elbise getirdim." dedi ama dediğini ilk söylediğinde anlamadım. Tekrar ettiğinde itiraz ettim fakat karşımdakinin Asya olduğunu hatırladığım an sadece sustum. Asya Şila'ya makyaj yapıyordu. Biraz uzun sürmüştü ama mükemmel olmuştu. Asya hemen kendi saçını makyajını yapıp üstünü giymişti. İkiside hazırdı ama ben hala pijamalarımla yatağın üstünde oturuyordum. "Ne bekliyosun kızım ?" diye sordu Şila. İkiside bana dik dik bakıyordu. Bende arkama doğru dönüp baktım. Daha sonra onlara dönüp, kendimi göstererek. "Bana mı diyosun ?" dedim. Asya durumu anlamıştı tabi. Kaçıyordum, gitmemek için bahaneler uydurmak üzereyken Asya sinsi sinsi sırıtıyordu. "Bak sana yemin ediyorum. Eğer şimdi gelip bu önümde durun şirin sandalyeye oturmazsan seni o yatağa yatırır neler yaparım tahmin edebiliyor musun ?" dedi kötü kötü bakmaya çalışarak. "Şaka yapıyorsun." dedim hafiften tırsarak. "Yemin etti." dedi Şila. Ben hala oturuyordum ve o partiye gitmek istemiyordum. "Bana bak Meryem ana dediklerimi harfi harfine yaparım." dediğinde yerimden doğruldum. Önündeki sandalyeye oturdum. O da beni aynaya dönderdi. "Meryem ana iyiydi ha." diyerek gülmeye başladı Şilan. Evet durumum bir miktar benziyordu. Tek fark Berkay tanrı tarafından değil de Muhsin Bey tarafından geldi. Hatta o bile kesin değil. Birinin çocuğunu sahipleniyordum ama hadi hayırlısı. "Güzel oldu mu ?" dedi Asya. Neyin güzel olduğunu anlamaya çalışırken aynadaki yansımamı gördüm. İlk defa bu kadar abartılı bir makyajla görüyordum kendimi. Açıkcası güzelde olmuştum. Kafamı olumlu bir şekilde salladım ve gülümsedim. Asya'nın bana zorla giydirdiği bu etek ve bordo büstiyerle, makyaj çok daha anlamlı ve güzel durmuştu. Siyah etek dizimin altında bitiyordu. Göbeğim çok açık değildi ama yine de rahatsız olmuştum. Kış ayındayız ve hava soğuk doğal olarak. Hepimiz hazırdık ve akşam olmasına çok az kalmıştı. İçeri gittiğimizde Songül Sultan gözlerini üzerimizde gezdirdi. "Bu kadar güzel olacağınızı bilsem asla izin vermezdim." dedi gülerek. Berkayla iyi anlaşıyorlardı. Yani gözüm arkada kalmayacaktı. Telefonumdan sesler yükselince odama geri döndüm ve hemen telefonu açtım. "Alo ?" dedim tanımadığım numaraya. "Bia Samyeli ? Siz misiniz ?" dedi karşı taraftaki erkek. Sesi kalındı. Baya kalın hatta. "Evet ?" dedim. Sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Ben bir cevap beklerken adam telefonu yüzüme kapattı. Tekrar arayacakken Şilan yanıma geldi. "Hadi gidiyoruz." dedi. Masanın üzerinden çantamı aldım. İçeri girdiğimde Berkay'ı kucağıma alıp yanağından öptüm. Onunlada vedalaştıktan sonra üzerime siyah bir şal alıp dışarı çıktım. Şilan uzun bir elbise giymişti ve havanın aksine cıvıl cıvıldı. Asya mini bir elbise giymişti. Saçlarını belik örüp sağ omzuna düşürdü. O da havanın tam tersiydi. Fakat ben tamda soğuk havayı yansıtıyordum. Makyajımla ve kıyafetimle tam Kış olmuştum. Zaten yaz mevsimi bana göre günah mevsimidir. Kendimi bildim bileli yazdan nefret ederdim. Yaz olduğu zaman bazı kişiler çok beğendiği bölgesini açıp tanıyıp tanımadığı herkese gösterme çabalarına giriyor. Ne gerek var sanki ? Kış öyle mi ? Tamamen kapalı heryerin. Hiç açık bir yerin yok ve o soğuk havaya bayılıyorum. Yağmur ve kar varken neden deniz ve havuz isteyim ki ? Bu düşüncelerle kafamı yorarken arabada yolculuğa başlamıştık. Çok güzel olmuştuk ve Asya bir dakika dahi susmadan bunu anlatıyordu. "Ay vallahi yeter. Kendimi aşağı fırlatıcam şimdi Asya." dedi Şila düşüncelerime tercüman olarak. Derin bir nefes verdiğim sırada kocaman bir ev olduğunu tahmin ettiğim bir yere gelmiştik. "Hadi kızlar geldik." dedi Asya fazla mutlu bir şekilde. Anlamıyordum bu çocuğu seviyor muydu yoksa sevmiyor muydu ? "Asya ? Bu çocukla aranda birşey mi var ?" dedim merakıma yenik düşerek. Ama sevse söylerdi bana değil mi ? En yakın arkadaşlarından biriyim sonuç olarak. "Kızım haberin yok mu ? Biz baya hoşlanıyoruz birbirimizden." dedi abartılı bir şekilde. Arkaya dönüp Şila'ya baktım ve o da onayladı. Kendimi kötü hissettim bir anda. Asya'ya tekrar döndüğümde bakışlarımdaki kızgınlığı ve kırgınlığı anlamıştı. Arabadan hiçbirşey söylemeden indim. Kızlar peşimden bir hızla geliyordu ama bu gece hiç olmadığım kadar kırgındım onlara. Evin dışına taşan müzik sesinden şimdiden rahatsız olmuştum. Bir sürü yeni insanla aynı ortamda olacağım aklıma gelince gerilmiştim. Allahtan bugün tüm ilgi Emre'nin üzerinde olucaktı ve bu bir nebzede olsa rahatlatmıştı beni. Zile bastık ve beklemeye başladık. "Bia." dedi Asya. Sesinde suçluluk tınısı vardı ama ona olan kızgınlığım daha ağır basıyordu şu an. "Tek isteğim bu gecenin hemen bitmesi." dedim yüzüne bile bakmadan. Kapıyı bir bayan açtı. Sanırım evlerinde çalışan biriydi. Bizi güler yüzle karşıladı. Gözlerimle kalabalığın en az olduğu yeri bulup oraya ilerlemeye başladım. Bulduğum boş yere hemen oturdum ve vıcık vıcık insan topluluğunu izlemeye başladım. Ne kadar iğrençler. Zaten son olayda sinirlerimi bozmuşken şu an tüm insanlıktan rahat rahat nefret edebiliyordum. Ssat çok hızlı ilerliyordu ve bu benim için çok iyi birşey. Emreyi görüp, hediyesini verip defolup gitmek istiyordum şu lanet yerden. Açık göbeğimi üzerime aldığım şal ile kapatmaya çalışıyordum ama sağı kapatsam sol, solu kapatsam sağ taraf açılıyordu. "Neden bu kadar huysuzsun ?" dedi birisi. Ama zahmet edip üzerime bile alınmamıştım. Başka biriyle konuşuyordur diye düşünerek kafamı kaldırıp kim olduğuna bakmaya bile tenezzül etmedim. "Bayan tanrıça. Burununuz ne kadarda havada." diyince kafamı kaldırıp karşımda bana tiksinirmiş gibi bakan Ares'e baktım. Bu çocuğun benimle derdi ne ? Neden her fırsatta bana böyle bakıyor anlamıyorum. "Havladın mı sen az önce ?" diye sordum. Bu lafımın üzerine baya sinirlenmişe benziyordu ve amacımda buydu zaten. "Bak Ares." dedim ama sözümü keserek "Aras." dedi tıslayarak. "Her ne haltsan. Madem laflarıma sinirleniceksin. Madem bu kadar kızarıcaksın. Benimle konuşmamayı dene. Mesela yani çok mantıklı bir fikir bu." dedim ayağa kalkarken. Yanımıza Emre geliyordu ve onu görünce Ares'e dudaklarımı oynatarak denemelisin diyip göz kırptım. "Bia ? Hoşgeldin. Beni kırmadığın için çok sevindim." dedi zoraki gülümsememle doğum gününü kutladım ve hediyesini verdim. "Düşünmen yeterdi ama yine de sağ ol hediyeleri severim." dedi gülerek. Artık eve gidebilirdim heralde. Hediyesini falan verdim sonuçta. "Asya'nın yanında göremeyince seni korktum bir an." dedi ama ikide bir abisine bakıp duruyordu. "Ya Emre. Ben gitsem ?" dedim biraz çekinerek. Emre gözleri büyüttü ve kafasını iki yana salladı. Niye soruyorsam bende. Çek git işte kimin haberi olucak ? "Emre sen Asya'nın yanına git ben bu bayanla ilgilenirim." dedi Ares Emre'nin omzuna dokunarak. Daha iki dakika önce laf sokmadım mı ben bu çocuğa ? Gözlerimi kısıp dik dik bakmaya başladım. Bileğimi tutup çektiğinde öne doğru biraz savruldum ama son anda durdurdum. Bileğimi kurtarıp tam bağıracağım sırada kendimi durdurdum bu seferde. Ne yapıyordum ben ? Akıllanmaz şımarık biri için neden sinirleniyordum ki ? "Oha Bia ?" dedi tanıdık ses. Giray bana salak salak bakarken ona kocaman gülümsedim. Sarıldık ve selamlaştık. Ares bize garip bir şekilde bakıyordu. "Siz tanışıyor musunuz ?" dedi Ares buz gibi bir sesle. "Asıl siz tanışıyor musunuz ?" dedi Giray alayla. Gülümseyerek kafamı olumsuz bir şekilde salladım. "Hayır tanışmıyoruz." dedim tek nefeste. "Gerizekalısın Giray. Bu kız Şilan'ın en yakın arkadaşı." diyip beni çekiştirmeye başladı Ares. Ona tabii ki Aras demeyeceğim. Hızla evden dışarı çıktık. Bahçesi evden daha büyük ve tek kelimeyle muhteşemdi. Köşesinde kocaman bir havuz vardı. Soğuk hava bir anda göbeğimden tüm bedenime yayıldı. İçerinin ne kadar sıcak olduğunu şimdi fark ediyordum. Şalıma iyice sarıldım ve beni inceleyen Ares'e dikkatli dikkatli baktım. "Çok sinir bozucusun." dediğinde saniyesinde vermiştim cevabını. "Sende şımarık bir zengin çocuğusun." söylediklerim belli ki pek hoşuna gitmedi. Elmacık kemiklerinin biraz altı yine kızardı ve yine sinirlendi. İkimizde susuyorduk ve ben diğer yandan donmak üzereydim. Ona bakmayı bırakıp etrafı incelemeye başladım. Bu ortamlar hiç bana göre değildi. Bu ayakkabı çok rahatsızdı. Benim şu an evde ayıcıklı pijamamla oturuyor, hatta Berkay'la oynuyor olmam lazımdı. "Kendinle savaşıyorsun ?" dediğinde ona döndüm. Gözlerimi kıstım. Ne dediğini anlamaya çalışıyordum. "Diyorum ki hep kaşların çatık. Hiç gülmüyorsun ve sessizsin. Bir kadının hep konuşması gerekmiyor mu ?" diye sorunca burda boşuna zaman kaybettiğimi fark ettim. Aptal bir çocukla karşı karşıyaydım. Elimi alnıma koydum ve eve doğru döndüm. Asya bize doğru geliyordu. Onu görünce sinirlerim alt üst olmuştu. "İyi misin ?" diyince daha fazla dayanamayacağımı anladım. "Sence ? Ordan bakınca iyi mi görünüyorum Asya ?" sesim biraz yüksek çıktı ama dayanamıyordum. "Aptal işlerine beni karıştırma artık. Partileri, bu elbiseyi, bu ayakkabıyı istemiyorum. Yeni insanlarla tanışmak istemiyorum. Bana siz yetersiniz. Ah pardon siz Şilanla daha yakındınız değil mi ? Unutmuşum." dedim yanından geçerken. "Peki. Ben bırakırım seni." diyen Şilan'a döndüm. "Teşekkür ederim ama iznin olursa tek başıma gitmek istiyorum." diyip yoluma devam ettim. Emreden özür dileyip evden çıktım. Sakinleşmem gerekiyordu ve gideceğim yeri çoktan kafamda belirlemiştim. Üzerimdekiler pek uygun olmasada sinirden soğuk havayı hissedemiyordum. İlk gelen taksiye bindim ve yola koyulduk. Yarım saatten belki biraz fazla geçmişti ve istediğim yere gelmiştim. Adama parasını verip hızla indim arabadan. Hava karanlıktı ve önümü bile zor görüyordum. Telefonumun ışığını açıp ağaçlardaki kırmızı boyaları bulmaya çalıştım. Yağmurdan dolayı boyalar kaybolmaya başlamıştı. Onları yenilemem gerektiğini aklımın bir köşesine yazıp, boyaları ışık yardımıyla takip etmeye başladım. İçimde bir huzursuluk vardı ve bunun sebebi ne Asya ne de Şilandı. Berkay'a mı bişey oldu acaba derken bir anda durdum. Hızlı giderken rüzgarın uğultusundan başka birşey duymuyordum ama durunca fark ettim ki minik minik çıtırdamalar duyuyordum. Uçurumun kenarına yaklaşmaya başladığım sırada bu çıtırdamayı fazla yakınımda hissettim ve hızlı bir şekilde arkamı dönüp ışığı sesin geldiği yere çevirdim. Elimi göğüsümün üzerine koyup nefes alış verişimi düzenlemeye çalıştım. "Allah cezanı vermesin sincap. Demek sendin, biri var zannettim. Ödümü kopardın." dedim. Daha çok kendimle konuşup korkumu azaltmaya çalışıyordum. Sesi çıkartanın minik bir hayvan olduğunu görmem içime su serpmişti. Artık yoluma devam etsem iyi olucak diye düşündüm. "Bence o kadar emin olmamalısın." diyen sesi duyduğum an boğazım yırtılırcasına çığlık attım. İki kol çok hızlı bir şekilde beni sardı. Biri belimi tutup kaçmamamı sağlarken, diğeri ise ağzımı kapatıyordu. Kıpırdayamıyordum ve çok fazla korkuyordum. Gözlerimin içine bakıyordu. Bu çok korkunç birşeydi, kendimi her an bayılcak gibi hissediyordum. "Boşuna bağırıyosun. Buraya kendin geldin ve kimsenin seni duyamayacağını da çok iyi biliyorsun. Seni bırakıcam ve konuşucaz. Eğer bir aptallık yaparsan sonuçlarına katlanırsın. Anladın mı beni ?" gözlerimi bir kere kapatıp açtım. Elleri yavaş yavaş gevşerken kaçsam mı yoksa durup dinlesem mi diye düşünürken ayağımdaki ince topuklu ayakkabılara bir küfür savurdum. Beni bıraktığında ona bakmıyordum. Korkudan mı yoksa başka birşeyden mi diyecekken şu an hissettiğim tek duygunun korku olduğunu fark ettim. "Bak bebeği bana ver ve hayatını kurtar." dediğinde gözlerinin içine baktım. Maviydi. Hemde Berkay'ın gözleriyle aynıydı. Cevap vermedim. Demekki Muhsin Bey benimle dalga geçmiyormuş. Herşey gerçek ve ciddiymiş. Olduğum yerde kalmıştım. Kımıldayamıyordum adeta. Kemikli yüz yapısı çok güzel bir hava katıyordu kendine ama olması gerekenden biraz zayıftı. Gözleri çok güzeldi. Tamam benimde gözlerimde mavi fakat bu farklıydı. Koyu mavi bir çerçeveye sahipti. Ona hala boş boş bakıyordum. Sinirlendiği çenesinden belliydi. Kaskatı olmuştu ve bakışları öfke saçıyordu. "Berkay'ı sana vermem." diyebildim sadece. Sesim pürüzlü çıkmıştı. Çünkü korkuyordum. Beni öldürmesinden değildi bu korku. Ölümden asla korkmadım ama ölünce arkamda bıraktıklarımdan korkuyordum. Onları üzmekten korkuyordum. "Berkay mı ?" dedi hayretler içerisinde. Başımla onayladım. Havaya bakarak çenesini ovaladı, bir yandan da gerçeklikten çok uzak olan gülümsemesi vardı suratında. Sabır diliyor gibi bir hali vardı. Telefonumdan çıkan ses yankılandı. Yerde olduğunu fark ettiğim telefonu hemen elime aldım ama o buna engel oldu. "Düzgünce konuş." diye uyarısını yaptı ve telefonu elime geri verdi. Songül teyze arıyordu. "Kuzum nerdesin ? Kızlar geldiler ama sen yoksun ?" sesinde telaş vardı. "Bende yoldayım. Eve geliyordum." diyince başıyla onayladı Berkay'ın babası. Sahi neydi bu adamın adı ? Neyse. Songül teyzeyi biraz rahatlattıktan sonra telefonu kapattım. "Senin adın neydi ?" dediğimde gözlerini büyüterek bana baktı. "Aşk olsun hayatım. İnsan eşinin adını unutur mu hiç ?!" sonlara doğru sesi çok korkunç çıkmıştı. Selim. İsmi buydu. Bileğimi tutup beni çekiştirmeye başladı. Siyah spor bir araba görüş alanıma girmişti. Biraz daha hızlandı ama ben bu topuklularla ayak uyduramıyordum ona ve zaten fazla ileri gidemeden topuğum kırıldı. Yere düştüm ve dizimde keskin bir acı hissettim. Bir anda yerle olan temasım kesilince nefes alamadım. "Salak mısın ? Neyle uğraşıyorum ben ya ?" dediğinde kendimi rahatsız hissettim. Ellerim boşta kalmıştı. Ona tutunsam mı yoksa böyle mi dursam diye düşünürken Selim beni bir un çuvalı gibi yere bıraktı. Dizimin ağrısının üzerine birde kalçam eklenmişti. Sesimi çıkartamıyordum bu beyinsize karşı. "Kalk ve arabaya bin." dediğinde zorda olsa ayağa kalktım. Bana kaşlarını çatarak bakıyordu ve bu beni ürkütüyordu. "Emredersiniz." fısıldamıştım ama bana bir anda dönmesiyle elim kapıdayken durdum. "Ne dedin sen ?" dediğinde onu sinirlendirmemeye karar verdim. "Yok birşey arabaya biniyorum işte." diyip arka koltuğa yöneldim. Kapıyı açtığımda " Hey hey ne yapıyorsun ?" kör müsün dememek için kendimi tuttum. Derin bir nefes aldım ve ona baktım. "Arabaya bin dedin ve bende arabaya biniyorum Selim." dedim. Gözlerini kapatıp tekrar açtı. "Kızım ben senin şoförün müyüm ? Geç öne beni sinirlendirme." dediğini yapıp öne oturdum. Eminiyet kemerini takerken o da sürücü koltuğuna oturdu.  Sessizce çalıştırdı. Evimin yolunu bildiğine hayretler içinde kalırken, ona bakmaya pek cesaret edemiyordum ama bakışlarını üzerimde hissediyordum. Oturduğum binanın önünde durdu. "Onları evden gönder." ona baktığımda bana değil direksiyondaki ellerine bakıyordu. Hala ona bakıyordum ve bana döndü. "Dediklerimi yap. Hadi." derken emniyet kemerini çıkardı ve üzerimden kapıyı açtı. Elini git dercesine salladı. Arabadan inip direkt eve doğru yürüdüm. Küçük çantamdan anahtarımı çıkarttım. Kapı çok hızlı bir şekilde açıldı ve irkilip geri çekildim. "O arabadaki kim ?" diyen Asya'ya dik dik baktım. Cevap vermeden içeri girdim. Belli ki Songül teyzeye birşey çaktırmamaya çalışıyorlardı. İçeri girer girmez yüzüme yapmacık bir gülümseme yerleşirdim. "Ay kızım meraktan çatladım. Neredeydin ?" diyince yalan bulmam çokta zor olmadı. "Ya Songül Sultan biliyosun ki ben senin diğer iki kızın gibi değilim. Öyle kalabalık ortamlarda kalamıyorum ben. Erken ayrılıp eski bir arkadaşla dolaştım. Saate de bakamadım ayarlarında bir bozulma olmuş." dedim. Asya ve Şilan yalanımı tabii ki anladılar ama birşey demediler. "Eh neyse sorun yok o zaman. Bizde gidelim artık." dedi Songül teyze. Bende kalsaydınız gibi formalite icabı birkaç birşey söyledim. Şilan ve Songül teyze gittiler ama Asya hala duruyordu. O yokmuş gibi davranarak odama gidip, üzerimi çıkartıp kendimi banyoya attım. Kısa bir duş alıp çıktım ve Asya'nın hala burda olduğunu gördüm. Üzerime rahat birşeyler giyip saçlarımı kurutmadan sadece tarayıp belik ördüm. Telefonumdan gelen mesaj sesinden Berkay uyandı sandım. Sesi çok yüksek çıkmıştı. Belkide ortam fazla sessizdi ve ses beklenmedik birşeydi. Tanımadığım ama kim olduğunu tahmin ettiğim kişiden gelmişti. 'Kızı gerekiyorsa kov. Beklemeyi sevmem.' yazıyordu. Asya'ya dönüp baktım ama boş bakıyordum. "Kimden gelmiş mesaj ?" dediğinde omuz silktim ve telefonu yatağa attım. "Sende biliyosun ki bu tavırların uzun sürmeyecek ve bana kıyamayıp barışacaksın." sesi buğuluydu ama bu sefer tahmin ettiği gibi olmayacaktı. "Uykum var." diyebildim sadece. Kibarca kovuyordum resmen. "Pekala." derken ellerini dizine koydu ve ayağa kalktı. "Ha bu arada unutmadan söyleyim. Okuldan vericekler formayı. İlk gün zaten serbest oluruz." dediğinde kafamı aşağı yukarı sallamakla yetindim. Asya giderken ona eşlik etmedim. Kendisi gitti. Kapının kapanma sesini duyar duymaz tüm vücudumu bir telaş sardı. Asya gittikten birkaç dakika sonra kapı çaldı. Açmak istemiyordum ama mecburdum. Kapı ikinci kez çalınca hemen açtım ve karşımda boş gözlerle bana bakan bir Selim duruyordu. Ben daha içeri davet bile etmeden direkt içeri daldı. Salona gidip tekli koltuğa yayıldı. Ben salonun girişinde duruyordum. "Geç karşıma." dedi ama eli yüzündeydi. Gözlerini ovalıyordu ve yorgun görünüyordu. Dediğini ikiletmeden karşısındaki ikili koltuğa oturdum. "Bebeği ver." dedi sadece ama hala bana bakmıyordu. "Ama Muhsin Bey verm-" derken sözümü ortadaki cam sehpanın paramparça olması kesti. "Ne Muhsininden bahsediyosun !" diye kükremişti. Artık zorla tuttuğum gözyaşlarım sessizce süzülüyordu yanaklarımdan. "Muhsin seni neden okutuyo zannediyosun ? Neden seni bok çukurundan kurtardı bir fikrin var mı !" derken oturduğum yerden kendimi sorgulamaya başlamıştım ve bir cevabım vardı. "O babamın yakın arkadaşıymış." dedim hıçkırıklarım arasından. "Arkadaşıymış, öyle mi ? Peki bundan senin haberin niye yok ?" dedi. Evet bende Muhsin Bey'in babamla bu kadar yakın olduklarını bilmiyordum, hatta böyle bir arkadaşı bile olduğunu bilmiyordum ama bu adam bana sahip çıktı. Neden tanımadığı birinin kızını korusun ki ? "O beni ve bu evi kurtardı." dedim. "Okuttuğu tek kız sen değilsin. Bak belki anlamıyosun ama ben sana açıklayayım." derken sesi sakinleşmiş gibi duruyordu. Bu sefer bende yüzüne bakıyordum. "Bir kişi düşün. Kurban bayramına az kalmış ve adam kurban kesecek. Cimri bir huya sahip bu adam ve büyümüş olan hayvan daha pahalı olur diye kurbanı erken ve yaşı küçük almış. Ona yedirmiş, içirmiş. Zamanla bu kurban büyümüş büyümüş kocaman olmuş. Bunlar doğal olarak birbirlerine bağlanmışlar tabi. Koç bunun eline bakar olmuş. O koç birgün ahırında yemlerini yerken kapı açılmış, içeri giren sahibiymiş. Ona gözü gibi bakan sahibi. Bu adam buna iyice yaklaşmış ve başını okşamış, onu sevmiş. Koç bir anda gözünün önünü göremez olmuş. E paniklemiş tabii ve koç sahibinin sesini duymuş. Daha sonra ise hissettiği tek şey boğazındaki acı olmuş. Muhsin gelip seni boğazladığında bundan kimsenin haberi olmaz." içim ürpermişti. Şimdi hem ondan hemde Muhsin Bey'den korkmaya başlamıştım. Gözlerimin içine acımasız bir ifadeyle bakıyordu. Gözüm eline kaydı ve yere damlayan kanları gördüm. İkimizde şu an oraya bakıyoruz ama kimse bir tepki bile vermiyor. Yerimden kalktım ve banyoya gittim. Yüzümü yıkayıp dolaptan ilk yardım çantasını aldım. İçeri döndüğümde bir eli gözlerindeyken diğer eli ise dizinin üzerinde kanamaya devam ediyordu. Önünde diz çöküp çantayı açtım. İlaçlı pamuğu alıp ona doğru uzandım. Elini tuttuğumda elini geri çekip gözlerini açtı. Sorgulayan gözlerle bakıyordu ve gerçekten yorgun olduğu her halinden belliydi. Yerdeki çantaya ve elimdeki pamuğa baktı. Sessizce elini tekrar uzattı. Canını yakmamaya özen gösteriyordum. Çünkü ona birşey yaparsam karşılıksız kalmayacağını biliyordum. Elini yavaşça sarmaya başladım. "Bitti." diyip yüzüne baktım. Uyuyordu ya da gözlerini kapatmıştı sadece. Ayağa kalktım ve dürttüm. "Selim ? Uyuyor musun ?" dedim fısıltı gibi çıkan sesimle. Tekrar dürttüğümde gözlerini açtı. "Ne var ?" dedi boğuk bir sesle. Burda kalmalı mıydı bilmiyorum ama fazla yorgun görünmesi beni durduruyordu. "Uyuyacaksan büyük koltuğa yat bari." dedim ama kalkıp gitmesini bekliyordum. Yerinden doğruldu ve koltuğa gidip yattı. Neden bu kadar yorgundu acaba ? Onu biraz izleyip odama gittim. Berkay o kadar sese rağmen uyanmamıştı ama homurdanıyordu. Mutfağa gidip biberonda süt hazırladım. Odama giderken gözlerim Selimde takılı kaldı. Üzerine birşey örtmeliydim. Odaya tekrar döndüğümde ise Berkay'ın gözlerinin açık olduğunu gördüm. Beni görünce dudaklarını büzdü ve ağlamaya başladı. Yatağa oturup onu kucağıma aldım. Kafasını direkt omzuma koydu ve sessizce ağlamaya devam etti. Sırtını okşayarak onu susturmaya çalıştım. Kucağıma yatırıp sütünü içirmeye başladım. Belli ki karnı acıkmıştı ve uykusu tamamen dağılmıştı. Anlaşılan bu gece bana uyku yoktu. Zaten uyuyamazdım ki. O Selim denen kaçık gece Berkay'ı alıp gider korkusuyla asla uyuyamazdım. Kucağımda sütünü içen küçük insana dönderdim kafamı. O kadar tatlı bir bebekti ki ona hayran olmamak elde değildi. Sütünü bitirince biberonu kaldırmak için ayağa kalktım. Berkay'ı yatağın ortasına yatırdım. Mutfağa gidip biberonu yıkayıp kaldırdım. Damağımın kuruduğunu fark ettim ve bir bardakta su içtim. Odama tekrar döndüğümde girişte Selim duruyordu. Beni fark etmeden odama girdi ve Berkay'a yaklaştı. Bende odaya girdim hemen. Onu götürmesine izin veremezdim. Hala uykuluydu ve bana baktı. Konuşmadan tekrar küçük insanı izlemeye devam etti. Suratında hiçbir ifade yoktu veya ben bulamıyordum. "Şimdi bu bebek benim oğlum mu ?" diye sorduğunda duygusal tarafım kabardı ve istemsiz bir şekilde gözlerim doldu. Üzerindeki hırkasını çıkartıp masamın üzerine koydu. Ben hala bir atak bekliyordum ama aksine o soyunuyordu. Ne demek soyunuyo bir saniye. "Napıyorsun ?" dedim gözlerimi büyüterek. Bana döndü. "Rahat bir şekilde uyumak için üzerimdeki fazlalığı çıkarttım." Ne yani burda mı uyumayı düşünüyor ? "Yalnız burası benim yatağım." dedim. "Ve sen benim karımsın." dedi saniyesinde. Hemen itiraz kalkanlarımı kaldırdım. "Hayır. Tabii ki değilim. Boşandık biz bi kere. Muhsin Bey söylemişti. Evli filan değiliz." dedim tek nefeste. "Muhsin götünü elletmiş canım. Boşanmak o kadar kolay değil bi kere." dedi beni taklit ederek. "Berkay'ı götürmezsin değil mi ?" dedim korkarak. Selim yatağa Berkay'ın yanına uzandı. Bende sandalyeye oturdum, olumsuz bir cevap vermemesini diliyordum. "Hayır götürmem." dediğinde ellerimi birbirine vurdum sevinçle. Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşmuştu. Selim bana dönüp baktı. İlk defa onunda samimi bir şekilde güldüğünü görmüştüm. "Çünkü artık bende burdayım." dediğinde sevincim kursağımda kalmıştı. Hatta tükürüğümde boğuluyordum az kalsın. Evcilik oynamak için hazır mıyım ? Bilmiyorum.

Tanrı ve TanrıçaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin