Daireye girdiğimde -beklediğimin aksine- temizlenmiş bir salon ve mutfak ile karşılaşmıştım ki bu Edna'nın eserinden başka bir şey olamazdı çünkü en son gördüğüm kadarıyla erkek arkadaşı yıkanmayı unutmuş bir yaban domuzu gibi evde içki şişesiyle gezinmekten başka bir halt etmiyordu. Edna gelene kadar etrafı inceledim -şaşırtıcı bir şekilde doğru düzgün çekilmiş bir tek fotoğrafları bile olmasa da- resim çerçeveleriyle dolu tuğladan şömine üstünü dikkatle seyretmeye başladım. Çerçeveler daha çok Edna'nın imzasıyla süslü manzara temalı yağlı boya çalışmalarıyla doluydu ve bunların yanında birkaç biblo vardı. Yalnız başıma geçen sessiz bir on beş dakika içinde -müzik setini açmayı pek becerememiştim- yaptığım tek şey uzun koltuğa uzanıp Edna'nın resim odasında bulduğum karalama defterini incelemek olmuştu. Sayfaları çevirirken içindeki depresif kadını bu yapraklara aktardığını karakalem gölgeleme tekniğinden bile keşfedebiliyordum. Bu defterin içinde manzaralar yoktu; aksine defter kırık olduğu gözlerinden okunan nü kadın çalışmalarıyla doluydu. Öyle profesyonelce yorumlanmıştı ki kullandığı teknik bedenlerindeki minik kusurları bile mükemmel gösteriyordu. Kapı birkaç kilit sesiyle içeri doğru açıldığında istemsizce yerimden sıçramama neden oldu. Edna salona girerken kucağımda duran çalışma defterini suç üstü yaklanmış gibi sehpaya koyuverdim. "Demek eşyalarımı karıştırdın," dedi beklediğimin aksine alaylı bir sesle. "Telaşlanma, bunda bir sorun yok," diyerek kıkırdadı ve elindeki donut kutusunu cam sehpaya bıraktı. Öteki elinde tuttuğu karton tepsiden üzeri krem şantiyle kaplı bir kupa tarçınlı Americano çıkardı. "Bu da senin oluyor," deyip kupayı elime tutuşturduğunda mutlulukla dudağımı ısırdım.
"Kahve ısmarlamayı ben yapıyordum ama," diye şikayet ettim süslü kupayı inceleyerek.
Bir yandan gülümserken burnunu -nasıl olduğunu anlamasam da- tatlı bir şekilde büzüştürdü. "Bu da geçen gün aldığın çikolata parçacıklı buzlu kahvenin karşılığı," diye gülerek yanıma oturdu. "Yoksa görmezden geldiğimi falan mı sanmıştın?" Donut kutusunun kapağını açtı ve içindeki çilek soslu donutu eline aldı. "İstediğini seç fakat çilekli olanlar benimdir," deyip donuttan koca bir ısırık koparmadan hemen önce bir afacan gibi kıkırdadı. Sempatik kıkırdamasına gülerken omuz silkip limon soslu donutu elime aldım. "Kadın vücudunu estetik buluyor olmalısın," diye mırıldandım bir yandan donutumu yerken.
Bana belli belirsiz başını salladı. "Ne yani erkeklerin tüylü bacaklarını mı resimleyecektim?" diyerek yüzünü ekşitti. "Belki Yunan heykelleri için iyi bir model olabilirler ama bu konu sanat olunca kesinlikle benim tipim değil," deyip buzlu kahvesinden bir yudum aldı ve dakikalardır açmaya çalıştığım müzik setini tek bir tuş ile çalıştırdı. Ah yanlış kumandayı kullanıyormuşum!"Şey," diye başlayarak dudağımı yaladım. Söyleyip söylememek konusunda kararsız kalmıştım fakat devam ettirmem gerektiğini düşündüm, "erkek arkadaşın evde değil mi?" Aptal bir soruydu. Belliydi ki -bilirsiniz, ev tertemizdi ve içini karıştırdığım buzdolabında duran içki şişeleri bile ahenkle düzenlenmişti- evde değildi.
Edna'nın çilek sosuyla kaplı donut ve buzlu kahve ikilisi sayesinde keyifle gülen yüzü sorumu işitir işitmez durgunlaştı. Her şeyi bozarak iyi bok ediyordun, Dylan! "Dün kötü bir gece geçirdim,'' diye mırıldandı sanki sadece söylemiş olmak istercesine sessiz bir şekilde. "Bunu seninle paylaşsam yanlış olur, değil mi? Sonuçta senin öğretmeninim ve karşında bir çeşit rol modele bürünmem gerekiyor," derken göz devirdi.
Başımı hızla iki yana sallayarak onu reddettim. Onu dinlemeyi istiyordum, bu beni kötü hissettirecek olsa da onun burada dertleşmek için çok fazla tanıdığı olmadığını görebiliyordum. İçine kapanık ve sorunlarını kafasında hallederken düşüncelerinin arasında kaybolan biriydi; öyle ki bunu çizimlerine yansıtıyordu. Dudaklarını aralayarak konuşmasını beklerken bu sefer boş vermemi istememesini diledim. "Uydurduğum hamilelik yalanı yüzünden erkek arkadaşım ile aramız gergindi," diye konuştu düz bir ses tonuyla. Bakışları da ürkütücü bir şekilde tıpkı ses tonu kadar ifadesizdi. "Bir süredir benden aslında var olmayan test sonuçlarını bekliyordu ancak dün gece bir psikopat gibi negatif çıkan hamilelik testimi içini dışına çıkardığı çöpten bulmayı başarmış," gergin bir tavırla saçlarını karıştırdı. "Öfke problemi var," dedi umutsuz bir şekilde bana dönerken, "sinirlendiğinde gerçekten gözü dönüyor ve ona hakim olamıyorum," parmakları kızarmış yanağında gezindi; bunun onun sebebi olduğunu göstermek ister gibiydi. İç çekti. "Fakat iyiyken öyle kedi gibi sakin oluyor ki içindeki canavarın nasıl çıktığına inanmakta zorlanıyorum," kahvesini yudumladıktan sonra ekledi. "Beni değerli hissettiriyor ve belki saçma gelecek ama bu yaralarımı iyileştiriveriyor."Edna, akıllı olmasının yanı sıra, gerçekten saf biri olmalıydı ki erkek arkadaşının sevgisiz sözlerinin karşısında yelkenlerini kolayca suya indirebiliyordu. İçimde büyüyen karmaşaya engel olamazken devam etmesi için sadece başımı sallamakla yetindim. "Testin negatif olduğunu öğrenince evi terk etti," deyip omuz silkti ve kutuda kalan son çilek soslu donutu eline aldı. Duyduklarımdan mı bilmiyorum ancak iştahım kaçtığı için elimdeki çikolata soslu donutu yarım bıraktım. "Nerede bilmiyorum, sabah okula gitmek için ayrıldığımda arabası otoparkta yoktu. Geri gelmiş olmalı fakat bu gece de eve dönmeyeceğine eminim," yüzünü avuçlarının arasına aldı. "Tüm bu olanların daha iç açıcı olmayan yanı şu ki inandırıcı olmak için hamile olduğumu aptal gibi aileme de söyledim. İçim fazla dağınık ve bu evi toparlamaktan da zahmetli, Dylan," bakışları bir saniye için beni buldu fakat hemen sonra tekrar başka yere odaklandı. "Bazen her şeyi ardımda bırakmak ve düşünmeden kaçmak istiyorum."
Bir süre sessizlik oldu. Kelimeleri bir araya getirerek cümle kurmakta zorlanıyordum çünkü dilim tutulmuş gibi hissediyordum. "Belki de bunu yapmalısın,"diye fısıldadım tepkisinden korkarcasına.
Güldü. Bunu basit bir şeymiş gibi dile getirdiğim için elbette dalga geçtiğimi düşünüyordu. "Başını şişirdim," dedi boğazını temizlemeden hemen önce. Ayağa kalktı ve boş donut kutusu ile bitmiş kahve kupalarını eline aldı. "Filtre kahve ister misin?" diyerek omzunun üstünden bana döndü.
Ayaklandım. "Şey, ben artık gitsem iyi olur," diyerek çantamı omzuma astım. "Kızlarla alışverişe gideceğime söz vermiştim."
Sorun değilmiş gibi başını sallayarak bana gamzelerini belirginleştiren bir gülümseme verdi. "Pekala, öyleyse yarın atölyede görüşmek üzere," deyip bana sıkıca sarıldı. Kucaklamasına karşılık verirken kulağına doğru mırıldandım. ''Görüşürüz, öğretmenim.''Birkaç dakika içinde binadan ayrıldığımda kampüse dönmek için otobüs durağında beklemeye başladım ve telefonumu avucuma aldım. İçinde Erin, Milan ve Anabelle'in olduğu grup mesajlaşmasına girdim.
Ben: neredesiniz?
Milan: kuafördeyim
Erin: Biz Anabelle ile kafeteryadayız ve iki saattir milan ile saçlarını bekliyoruz
Ben: pekala
Ben: on dakika içinde orada olurum
Her ne kadar Edna ile uzun vakit geçirmediğimi düşünsem de hava çoktan kararmıştı ve saat dokuz buçuğa yaklaşıyordu. Otobüs durağa vardığında içeri girdim ve -Tanrı beni seviyor olmalıydı ki- boş bulduğum bir köşeye yerleştim. Sessizce ilerleyen on dakikayı bir şeyler karalayarak geçirmeye karar verdim ve kucağımdaki çantamın içine elimi daldırdım. Bulmayı planladığım yaldızlı defterimi ararken elime istemediğim her şey -iki adet deodorant, cüzdanım ve boya setim- gelmişti fakat defterim yoktu. Panikle -ne kadar manyak görüneceğimi önemsemeden- kafamı çantamın içine soktum.Defterim yoktu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
☕Bir Kupa Buzlu Kahve ⚢
Short Story"Öğretmeninin gözüne girmeye ne dersin? Sevdiği herhangi bir şey yok mu?" Yanağımın içini ısırırken stresli bir şekilde iç çektim. Hakkında hiçbir şey bilmiyordum ve her şey buna rağmen fazla hızlı gelişiyordu. Kısa bir süreliğine düşüncelerimle bo...