2.1

2K 127 4
                                    

Saatin yediye yaklaşması için saniyeleri sayarken -çoktan Sean Switch ile tanışıp dost olmuştum, ki kahvesever biri olması onunla anlaşabilmem için oldukça yeterli bir sebepti- önümdeki bitmek üzere olan kahveden birkaç yudum daha aldım.
"Bir kupa daha almaya gidiyorum, sen de istiyor musun?" Sean elindeki karton tepsiyi çöpe attıktan hemen sonra omzunun üzerinden beklentiyle bana döndü. Tok sesinde saklanan sıkıntı tınısından barizdi.
"Harika olur," diyerek neşeyle sırıttım. Ben keyfimi bozmamaya özen gösteriyordum çünkü tam bir saat üç dakika sonra Edna'yı görmeye gidecektim.

Öte yandan, Milan ve Erin köşede duran yeni oyuncak makinesine kafayı takmıştı ve saatlerdir ellerindeki bozuk paraları aptal kutuya yatırarak peluş oyuncak kapmaya çalışıyorlardı. Eh, içinde tek boynuzlu olsaydı onlara katılırdım ama gördüğüm kadarıyla sadece birkaç maymun, panda ve ayıcık duruyordu. Tek boynuzluları ne hakla dışlıyordular bilmiyordum!

Tembelce esnedim ve önümde duran yarısı ısırılmış Milky Way çikolata barını ağzıma atarak yavaşça çiğnemeye başladım. Karamelli çikolata dilimin üzerinde erirken bir an için olsa bile hayatımdaki negatif olayları kafamdan silmeye çalıştım. İyi yanından bakmalıydım; Edna ile buluştuğumda aynı zamanda şu tuhaf davranışının sebebini de iyi olduğunu umduğum bir açıklamayla öğrenmiş olacaktım. Sean elinde iki kupa kahveyle geri döndüğünde tarçınlı Americano'yu önüme bıraktı ve karşıma oturduktan hemen sonra vanilyalı Cappuccino'sundan büyük bir yudum aldı. "Sanırım asla pes etmeyecekler," diye söylendi göz devirerek karşımda kalan kızları işaret ederken.
"Haklısın," deyip alayla güldüm, "üstelik şuana kadar elde edebildikleri tek şey kafası kopmuş bir zürafa," kıkırdadım ve kahvemi yudumladım, "bunu da onların yaptığından şüpheliyim zaten."
"Ben şu duruma bir el atsam iyi olacak," derken ayağa kalktı ve kızlara doğru ilerlemeye başladı. Ne yapacağını seyretmek yerine omuz silktim ve saate göz attım. Sadece elli beş dakika kalmıştı! Zaman neden sınavlarda bu kadar hızlı akarken şimdi yerinden oynamamakta ısrarcıydı?

Tam telefonumun ekran kilidini kapatacağım anda ensemin arkasında kulağımı hırpalayan tiz bir çığlık yükseliverdi. "Aman tanrım," diye seslendi heyecanına engel olamazken. Omzumun üzerinden arkama dönmeme gerek kalmadan bakış açıma Milan'nın sarı bukleleri girdi. "Bak Dylan, Sean bunu benim için aldı!" der demez gözümün önüne koca burunlu pembe bir peluş domuz soktu.
"Benim küçük koalam ondan daha sevimli bakıyor," diye araya girerek mutlulukla kıkırdadı Erin. Ona kaşlarımı çatıp kötü bir bakış yollamaya çalıştım fakat o -sanki yıllardır bekliyormuş gibi- tüylü peluş hayvanına sıkıca sarılmaya devam ederken pek de oralı olmadı. Pekala, bu gerçekten de ürkütücüydü çünkü oyuncaklara bağlanmayı yaklaşık on sene önce bırakmıştım. Umutsuzca göz devirirken bakışlarım Sean'ınkileri buldu ve bana belli belirsiz başını salladığında onun da benimle aynı düşünceleri paylaştığını anladım. "Ben kalksam iyi olacak," diyerek ayaklandım, saate baktığımda hala beni bekleyen uzun bir elli dakika olduğunu görmüştüm ve bunu kahve içip biraz karalama yaparak harcamayı planlıyordum. "Size iyi eğlenceler," derken dalga geçer gibi güldüm ve Sean'a gülümseyerek -onu yalnız bırakacağım için- bakışlarımla özür dilemeyi denedim. Birkaç saniye içinde sipariş ettiğim bir kupa buzlu kahve ile dükkanı terk ettiğimde yönümü kampüsün batı binasına çevirdim ve taşlık yolda ilerlemeye başladım. Atölyenin olduğu kata ulaşır ulaşmaz bakışlarım aralık duran tahta kapıya kaydı. Oysaki saat daha altı buçuktu ve Edna'nın gelmesine bir yarım saat daha vardı. İçeride başka birinin olduğunu düşünerek atölyeye girdiğimde ışıksız sınıfın sağ köşesindeki öğretmen masasının ardında oturan minyon silüeti fark ettim; tanıdık uzun siyah saçları ve pencereden içeri ulaşan ay ışığında parlayan beyaz teni ile Edna Toss tam karşımda duruyordu. Kafasını yukarı kaldırınca karanlık yeşil gözleri hemen beni buldu. "Erken gelmiştim," dedi -nasıl becerdiğini bilmesem de- önündeki kağıda bir şeyler çizmeye son vererek. "Konuşmamı prova ediyordum," diye eklerken yüzünde oluşan gergin gülümsemeyi yakaladım.
"Ben de seni bekleyecektim zaten," deyip hala kapı eşiğinde durduğumu fark ederek birkaç adımla yanına yaklaştım ve kahve kupasını önüne bıraktım, "konuşmana yeterince hazırlanabildin mi?"
Nefesini sıkıntıyla dudaklarının arasından serbest bıraktı. "Pek sayılmaz ama önemli değil," yeşil gözleri gözlerime odaklandı, "dün gece Diego'dan haber almıştım," diye hızlıca söyleyiverdi sanki daha fazla tutarsa patlayacakmış gibi, "daha doğrusu onun hakkında haber aldım," derken iç çekti ve önünde duran kupayı -bu sefer beyaz renkli tırnaklarıyla süslü- ince parmaklarının arasına aldı. "Kaza yapmış," deyip ifadesiz bir sesle itiraf etti kahvesini yudumladıktan hemen sonra, "durumu ağır diyorlar. Napa Eyalet Hastanesi'nde kaldığını öğrendim," kendine gelmek istercesine boğazını temizledi, "arabanın tekerleği patlakmış ancak yoğun bakımda olmasının sebebinin alkol koması olduğunu söylediler. Kazayı birkaç sıyrıkla atlatmış," bir süre sustu, "Dylan," bakışları tekrar beni bulduğunda boğazımda oluşan yumrudan kurtulmak istercesine zorlukla yutkundum. Buna ben sebep olmuştum. Amacım bu değildi bile. Tamam, o heriften hiç hoşlanmamıştım fakat birilerini incitmeyi kesinlikle istememiştim. Ağlamamak için dişlerimi sıkarken başımı belli belirsiz sallayarak devam etmesini bekledim. Konuşmaya başlamadan önce dudaklarını ıslattı, "eğer yarın şenliğe gelemezsem bil ki kötü bir şey olmuştur."
Onun hala o adamı önemsiyor oluşundan mı yoksa duyduğum suçluluk duygusundan mı bilmiyorum ancak gözümden düşen bir damla yaş yanağıma kayıverdi. Elimin tersiyle yüzümü silerken çoktan daha fazla ağlamaya başlamıştım bile. "Ben," diye geveledim ağzımın içinde sesimin titremesini önemsemeden, ardından derin bir nefes aldım ve yeşil gözlerine odaklandım, "arabanın tekerleğini ben patlatmıştım."

☕Bir Kupa Buzlu Kahve ⚢Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin