Sabahın ilk saatleriydi. Güneşin sert ışınları amansızca içeriye sızıyordu. Hicran pencerede perde olmamasından dolayı hayıflansa da yapacak bir şeyi yoktu.
Sabaha kadar gözüne bir gram uyku girmemişti. Düşünceler insafsızca beynini istila ediyordu. Başı sonu olmayan kelimeler ordusu... Karnındaki ağrıda arada kendini belli ediyordu. Karnının ne halde olduğuna bakmamıştı. Acısından anladığı kadarıyla durum biraz vahimdi. Ama alışıktı böyle seylere. Şu bir sene içinde başına gelmeyen kalmamıştı. Anne ve babasının vefatından sonra herşey daha da kötüleşmişti. Derin bir nefes çekti içine. Bütün herşeyin yoluna girmesini istercesine.
Içinde bulunduğu odayı daha bi yavaşlıkla süzdü. Üzerinde oturduğu eski yatak odanın ortasına konulmuştu. Sağ ve solunda komidinler vardı. Sağ tarafındaki komidinin üzerinde oldukça eski ve güzel bir gece lambası, sol tarafındaki komidinde ise yaprakları sararmış bir top gazete kağıdı duruyordu. Daha önce neden etrafa bakınmadığını sorguladı. O an içinde kendince bir savaş vermekteydi.
Oldukça yavaş bir hareketle komidinin üzerinde duran gazete kağıdına uzandı. Narin parmakları sanki bir bebeğe dokunuyor gibiydi. İncitmek istemiyordu. Elinde tuttuğu sararmış gazete kağıdı renginden de belli olduğu üzere çok eskiydi. 18 Ağustos 1999. Yapraklarına dokundukça o yıllarda yaşamış hissi veriyordu. Hicran bu hissi sevdi. Bu gazete kağıdının 20 yıldır orada durduğuna inanamıyordu. Demek ki bu evde 20 yıldır kimse yaşamıyordu. Bu bilgi içinin ürpermesine sebep oldu. Kendisini birinin özel hayatını kurcalıyor gibi hissetti. Merak duygusu her tarafını sarmaya başlamıştı. Dikkatini elinde tuttuğu gazete kağıdına verdi.
Büyük harflerle yazılmış 'ACIMIZ BÜYÜK' yazısını okuduğunda o merak duygusunun yerini hüzün bastı. Kalbinde anlam veremediği bir sızı hissetti. Çok zor bir durumdu. Deprem bölgesinde binlerce kişi yıkıntı altında. Gölcük depremi.
Sararmış yaprakları çevirirken ne aradığını bilmiyordu. Gözleri o sayfadan o sayfaya atlayıp duruyordu. Gazete kağıdının son sayfasına geldiğinde pek memnun görükmüyordu. İstediğini bulamamıştı. Elindeki gazeteyi diğer sararmış kağıtların üzerine koydu. Yataktan kalkarak karşısındaki gardıroba yöneldi. Kahverengi gardırop pek de hoş durmuyordu. Rengi açılmış gibiydi. Bazı yerlerinde ise boyaları dökülmüş, tahta belli oluyordu. Kulplarından tutup kapağı kendine doğru çekti. Ama kapaklar açılmadı. Yeniden zorlayınca kilitli olduğunu anladı.
Acaba neden kilitliydi? Bu kadar meraklı olduğunu bilmiyordu.Mor ve lacivertin iç içe girmiş ve şahane bir görünümü olan kapıya doğru ilerledi. Mor ve lacivertin pek uyumlu olduğu söylenemezdi. Ama bu kapıda çok hoş bir ahenk oluşturmuşlardı. Eski görünümüne rağmen göz alıcıydı. Kapının açık olduğunu ümit etmiyordu. Ama yine de kontrol etmek istedi. Mor ve lacivertin içinde onlara uyumsuz kendi başına özgür olan sarı kulpa baktı. Bu renk cümbüşünü hâlâ çözememişti. Elini kulpa yerleştirdiği sırada ayak sesleri duydu. Yaklaşıyordu. Hızlı adımlarla geri yatağa dönüp, oturdu. Ve beklemeye başladı.
Beklediği gibi Siraç gelmişti. Yeni uyandığı gözlerini zar zor açık tutmasından belliydi. Bir de esnemesi vardı tabi.
" Kalk. Gidiyoruz. "
Hicran bir an tereddüt etti kalkma konusunda. Ama ateş saçan gözler kendisine döndüğünde ikiletmeden kalktı. Nereye gideceklerini deli gibi merak ediyordu. Fakat sormaya pekte cesareti yoktu. 'Yine de şansımı denemeliyim' diye düşündü. Kendisini sanki ilk defa konuşacakmış gibi hissediyordu. Uzun koridordan geçerken Siraç ' ın önünde olmasını fırsat bilerek merak ettiği soruyu sordu.
" Nereye gidiyoruz? "
Siraç bir an duraklar gibi oldu ama geri devam etti. Kızın konuşmasını beklemiyordu. Çok tiz bir sesi vardı. Ninni söyler gibi çıkıyordu ses âdeta dudaklarından. Bu sesin hoşuna gittiğini düşündü. Ama sonradan aklındakileri kovmak amacıyla başını sağa sola salladı.
Hicran bu hareketini yanlış anlamıştı. Kendi kendine bir daha sesini çıkarmayacağına söz verdi. Sessiz kalması daha iyiydi.
Yolun kenarına park edilmiş siyah arabanın yanına yaklaştıklarında Hicran yalnız olduklarını anladı. Diğer 2 iki kişi gitmişti. Bunu fırsat bilerek kaçmayı düşündü. Avantajı vardı. Siraç ' ın uykusu hâlâ açılmamış gibi görünüyordu. Sağ tarafına baktığında yaşlı bir kadının uzaklaştığını görüyordu. Sol tarafta ise kimseler yoktu. Yolun diğer tarafı sık ağaçlarla örülüydü. Ama gördüğü kadarıyla beyaz mezar taşları kendisine selam veriyordu. Mezarlığa kaçmak daha cazipti. Saklanabilirdi eğer şansı varsa.
Arabanın yanına geldiklerinde çıkan sesten arabanın kilidinin açıldığını anladı. Siraç şoför kapısını açtığında Hicran ' da yavaş hareketlerle arka kapıyı açıyormuş gibi yaptı. Ilk önce Siraç ' ın binmesini bekledi. Siraç uykuluydu. Kızın ne yapmaya çalıştığını hâlâ anlamamıştı. Siraç' ın yerine yerleşmesiyle Hicran harekete geçti. Karşı kaldırıma yaklaştığında Siraç arabadan yeni iniyordu. Arkasından bağırdığını duyuyordu. Ama kalbinin atan sesi kulaklarına daha erken ulaşıyordu. Atik bir çeviklikle ağaçların arasına daldı. Mezarlık çokta uzakta değildi. Kollarının ve yüzünün çizildiğini hissediyordu. Ama buna ayıracak vakit yoktu. Daha da hızlandı. Her adım attığında yerdeki kurumuş yapraklar çatırdıyordu. Kendisini çıkan bu güzel sese kaptırmamaya çalışarak hızlandı. Mezarlığa yaklaşmıştı. Arkasındaki sesi dinlediginde Siraç ' ın çokta uzakta olmadığını anladı. Mezarlığın tel kapısına geldiği sırada arkasına baktı. Aralarına mesafe koyabilmisti. Önüne döndüğünde tel kapının kilitli olduğunu anladı. Galiba bugün kilitlerle bir sorunu vardı. Mezarlık neden kilitlenirdi ki? Ilk defa böyle bir şeyle karşılaşmıştı. Mezarlığın etrafı tel örgüyle geriliydi. En doğru seçim kapıdan atlamaktı. Fazla vakit kaybetmeden ayağını tellerin arasına yerleştirdi. Hızlı olmaya çalışarak dikkatlice kapıyı tırmandı. Siraç çok yaklaşmıştı. Geri inmeye uğraşırsa yakalanacaktı. Bu yüzden kapının üzerinden atladı. Kızıl toprağa düştüğünde fazla birşey olmamıştı. Sadece bacakları zonkluyordu. Aceleyle yerden kalktı. Siraç kapıya yaklaşmıştı.
" Sana dur diyorum ufaklık yoksa kötü olacak. "
Hicran bir taraftan koşuyor bir taraftan ise laf yetiştirmeye çalışıyordu.
"Sana ben yapmadım diyorum. Yemin ederim. Hiçbir şeyden haberim yoktu. Kimseye bir şey söylemedim. "
Siraç, Hicran ' ı dinlemeden kapıya tırmanmaya başladı. Boş laflarla işi yoktu.
Hicran kendisinin dinlenmedigini anladığında daha da hızlı koşmaya başladı. Mezarların yanından koşarken içini bir korku sarmıştı. Nereye gidecegini bilmiyordu. Mezarlığın içinde yine tek tük ağaçlar vardı. Siraç ' a belli etmeden bir ağaca tırmanmayı düşündü. Ama Siraç çoktan peşine düşmüştü. Daha da hızlandı. Kızıl toprakta ne kadar hızlı koşabilirse... İleride kulübe gibi bir yerin olduğunu gördü. Beyaz kulübeye yaklaştığında kapısının açık olduğunu farketti. Arkasına baktığında Siraç görükmüyordu. Hemen kapıdan içeri girdi. Kapının yanında duran çeşme,ortada dikdörtgen şeklindeki mermer, gri kapaklı bir kutu... Burası morg olmalıydı.
Küçük kulübenin içinde saklanacak yer aradı. Ama yoktu.
O gri kutunun yanına yaklaşıp zorlayarak kapısını açabildi. Soğuk sertçe yüzüne vuruyordu. Siraç ' ın sesini duymaya başlamıştı. Yakalanmak istemiyordu. O yüzden acele hareketlerle içine girdi. Kapı kendiliğinden kapanmıştı. Inşallah açacak bir yeri vardır ümidiyle parmaklarını kapının üzerinde gezdirdi. Ama yoktu. Kapının üzeri pürüzsüzdü. Bir çıkıntısı bile yoktu. 'Burada donarak ölmektense o adamların elinde ölmeyi tercih ederim' diye geçirdi içinden.
Ama ne dilediğimize dikkat etmeliyiz değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bize Mutlu Son Yakışmaz
General FictionGeçmişte neler oldu? Bunu bilmeden geçen 19 sene. Peki gelecekte neler olacak? Sonbaharın getirdiği hüzne, ayrılığa, yıkıma inanılan bir hayat. Toz pembe hayallerin içinden çıkıp, gerçeklerin bütün çıplaklığıyla sergilendiği bir yaşam. Masum görün...