Evet arkadaşlar :) bölümün biraz geç kaldığının farkındayım. Kusura bakmayın lütfen. Gelecek bölümde görüşürüz :) yorum yapmayı unutmayın :) :) :)
Nika'nın arkasında duran üç tendaldan en kısa olanı şaşkınlığını gizleyemedi.
"Yüce Kob adına! Bu imkansız."
Nika arkasından gelen sesle irkindi. Tendalların varlığı aklına geldi ve Ema'yı siper etmek için tendallara döndü. Yüzünde sahiplenici ve dövüşe hazır bir ifade vardı. Sarışın tendal Nika'nın tehditkar bakışlarına aldırış etmeden, sanki o orada değilmiş gibi davranıyordu.
"Yüce Kob bunu mutlaka görmeli. Bebeği alın. Gidiyoruz." diye emir verdi diğerlerine.
Nika sinirlendi, ne olursa olsun o onun çocuğuydu ve kimse onu alamazdı. Dürtüleri ona saldırmasını söylüyordu ama üçe karşı tekti. Kaldı ki karşısındakiler savaş eğitimi almış, saray askerleriydi. Bu üçünün karşısında kendisi gibi cılız ve güçsüz birinin hiç şansı yoktu. Cesaretini toplamaya çalıştı. Hiç birşey yapmadan çocuğunun elinden alınışını izlemektense ölmeyi yeğlerdi. Sağ elini yumruk yaptı ve sarışın tendalın üstüne sıçradı. Tendalın suratına sert bir yumruk atmayı planlıyordu fakat tendalın Nika'yı kolundan tutup duvara çarpması bir oldu. Nika olduğu yere yığılıp kaldı. Ema "Nika!" diye haykırdı. Kalkıp ona yardım etmek istedi ama yaptığı doğumun acısı bunu engelliyordu. Olup biteni izlemek ona daha çok acı veriyordu lakin elinden başka birşey gelmiyordu. Sarışın tendal yineledi; "Bebeği alın."
"Olmaz; yasayı biliyorsun." dedi diğer tendal tereddütle.
"Evet yasa gayet açık." diye onayladı onu kısa boylu olan.
Söylediği gibi yaşa gayet açıktı. 'Neron'da yaşayan hiçbir canlı bir beyaz kanatlıya dukunamazdı. Aski halde ellerinde olurdu.'
"Peki bebeği saraya nasıl götüreceğiz?" diye sordu sarışın tendal; korkusu yüzündeki her gözeneğe yansıyan Ema'ya dönerek.
Ema kucağındaki yaratığı göğsüne iyice yaklaştırdı ve daha bir sıkı sarıldı. Tendallar bebeği saraya götürmenin bir yolunu ararken çözüm kısa boylu tendaldan geldi. "Kadında bizimle gelsin. Nasıl olsa dokunmuş. Saraya kadar taşısın bebeği." Bu fikir diğer iki tendalında aklına yattı. Sarışın olan Ema'ya doğru bir hamle yapacaktı ki boynunda bir baskı hissetti. Birşey onu devirmeye çalışıyordu. "Oğlumu hiçbir yere götüremezsin!" diye fısıldadı kulağına o şey. Nika'ydı bu, ayılmıştı. Kolunun birini tendalın boynuna değerini kanatlarına bacaklarınıda tendalın dizlerine sarmıştı. Bir hamleyle onu aşağı çekti.
Birlikte yere düştüler ve yerde boğuşmaya başladılar. Nika tendalın üzerine çıkmayı başardı ve cılız elleriyle boynunu sıkıca kavradı. Nefesini kesip onu öldürecekti, var gücüyle sıktı. Bir şeyin onun sardığını hissetti. Nefes alamıyordu, kaburgalarının kırıldığını duyabiliyordu. Tendal siyah kanatlarıyla Nika'yı sarmıştı ve onu boğuyordu. Ema bebeği yatağa bırakıp Nika'nın yanına koştu. Tendalın kanatlarını açmaya çalıştı, vurdu, çırpındı ama nafile çok güçlüydü. Bir an Nika'yla göz göze geldi. "Ema! Seni hep sevdim hepde seveceğim. Sizi koruyamadığım için beni affet." Nika'nın cansız başı tendalın göğsüne düştü. Ema öyle bir haykırdı ki sesi üç diyardan duylulabilirdi. "Hayııırrrrrrr!!!"Sarışın tendal Nika'nın cansız bedenini üstünden atarken; "Bebeği al! Masumiyet'e gidiyoruz." dedi Ema'ya. Sanki hiçbir şey olmamış gibi tozlanan kanatlarını temizlerken. Ema nefretle "Asla!"
Bu cevap karşısında sinirlenen nöbetçi Ema'ya bir tokat attı ve kulağına doğru eğildi.
"Beni dinle değersiz yaratık. Nasıl oldu bilmiyorum ama sen bir paregal doğurdun. Yüce Kob'un bunu görmesi şart. Şimdi ya bebeği alıp bizimle gelirsin yada başını bedeninden ayırırım. Seçim senin."
Zavallı Ema bunun bir kabus olmasını diledi. Acı içerisindeydi ve gözlerinden akan yaşlara hakim olamıyordu. Nika... Ölmüştü. Daha kötü ne olabilirdi ki. Yaşamasının bir anlamı kalmamıştı. Peki ya çocuğu ona ne olacaktı? Tendalın "Hadi!" diye bağırmasıyla korkudan titredi. Yanaklarındaki yaşları sildi, yalpalayarak ayağa kalktı. Yatağa gidip ağlamakta olan bebeğini kucağına aldı. Üç nöbetçi tendalın peşine düşerek yıllardır yaşadığı evinden ayrıldı.
Birlikte Mens'in çorak ve taşlı yollarından geçtiler. Saatlerce yol aldılar. Ema yaşadıklarından sonra şoka girmişti. Öyle ki kanayan ayaklarının bile farkında değildi. Bilinçsizce ilerliyordu sadece. Masumiyet'e yaklaştıkça çalılar büyümeye, arazi yeşillenmeye, irili ufaklı ağaçlar görünmeye başladı. Attıkları her adımda doğa dahada canlanıyordu. Ormanın içinden akan bir ırmağın sesi duyulabiliyordu. Burda hayat vardı.
Şafak neredeyse sökmek üzereydi. Sarayın giriş kapısına ulaşan merdivenlere varmışlardı. Ema artık sona geldiğinin farkındaydı. Bebeği uyumuştu ona doğru hafifçe eğildi. "Oğlum. Benim canım. Sana doya doya sarılamadan senden ayrılmak zorundayım. Lütfen beni affet, başka bir seçeneğimin olmadığını bil. Eminim burada benim sana asla veremeyeceğim bir hayat sunacaklar. Şeklinin neye benzediği umrumda değil. Herşeye rağmen sen benim oğlumsun ve hep öyle kalacaksın." diye fısıldadı ve narin yanağına bir öpücük kondurdu.
Basamakları çıkarken ayakları geri geri gitmek istiyordu Ema'nın. Kaçacak gücü kendinde bulabilse hiç tereddüt etmezdi. Attığı her adım onu istemediği sona biraz daha yaklaştırıyordu.
Altından yapılmış bir kapının önüne geldiklerinde sarışın tendal, Ema'nın o an heykel zannettiği birazdan canlı olduklarını öğreneceği iki yaratığa seslendi "Masumiyet bekçileri; kapıyı açın!"
Hiç kıpırdamadan öylece durduklarından Ema'nın onları heykel sanması gayet normaldi. Bellerinden aşağısı ata benziyordu. Tıpkı tendallar gibi siyah kanatları vardı ancak neredeyse onların üç katı büyüklüğündeydi. Tendalların aksine derileri beyaz değil siyahtı. En az gece kadar siyah. Asık yüzleri zaten ürkütücü olan görüntülerini dahada korkunç hale getiriyordu. Bunlar saray güvenliğinden sorumlu pensalar idi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASUMİYET
FantasiaMasumiyet serisinin ilk kitabı olan -İlk Kan İlk Yalan; Neron adlı büyülü bir gezegende yaşayan fantastik kahramanların başına gelen sıradışı olayları konu almaktadır. Keyifli okumalar diliyorum :)