en uzun bölüm olacak, oku.
yanımıza doğru gelirken ondan nefret ediyorum'larda boğulmuştum
söylenirken susturulmuştum
hani ne derler
ilk görüşte?
nefret!
ilk görüşte nefrettik
kin kusa kusa önden yürüdüm
arkamdaydı
sesini duyuyorum ama nasıl nefret tanrı!
her hafta buluşmalar tabii.
bir kaç ay aklıma ara sıra gelirken
ben ay sonu bir uçuruma girdiğimin farkındaydım
ama nasıl tatlı rüzgar!
esiyor esiyor da, susuyorum
görüşmeler, mesajlar artıyor
ha, numarasını almam da nasıl facia!
susup da yazıyorum ona
ancak böyle konuşabiliyorum.
karşımda oturuyordu
ayağını ayağıma çarpıp, ayağımı itti
bunu okuyan kişi,
sana bunu nasıl hissettireceğimi bilmiyorum
ama ben nasıl elektrik akımı aldım
nasıl nefesim kesildi
neden?
sonra da işte kendimi hep ittim
her seferinde dilim tutuluyor, gidiyorum
ama nafile, kim anlar beni?
saçma bir şey atsa bile ortaya
saatlerce gülebilirdim
ama sadece tebessüm ettim
bundan mı kaybettim?
bak şimdi sana bir anı kendi acımdan anlatacağım.
karşımda oturuyor, bıyık altı gülümsemeler, kaçık bakışmalar -sayın okuyucum ben kavuşamadım, bakma öyle- elini dizine atıyor, yanağına koyuyor, telefonun ekranını kontrol edip cama dönüyor. dirseğim koltuğun kenarında, elim yanağımda, bakışlarım onda. takılı kalıyorum. çok. gülüyor da bana dönmüyor. içim biraz burkuluyor. ortamdakilere dönüyor, hatta telefonuna. derin nefes alıp camdan dışarıyı izlemeye başlıyorum. böylece çoktan ortada sohbet dönmüş oluyor. bende ''hı?'' diyerek kalıyorum. arkadaşı ''susacak mısın?'' diyor. ''sevilemeyişimden.'' bakışlarım dönüyor. ''konuşmuyorsunuz ki?'' diye kıvırmaya çalışıyorum. beni takmayışı çok acıtıyor. hep böyle ki, neden şimdi üzüldün? bende sevmedim mi? sevilmedin. sonra kalkalım deniyor. tamam, kalkalım. hislerim olmasa bomboş bir gün daha bitiyor. okuyucum, onlara sorsan ne doludur ama.
karamsar değil mi.
üzülme güzel bir zamana dönüyoruz.
bana en çok umudu verip
en sert tekmeyi attığı.
nasıl oynaşıyoruz
nasıl kıvranıyoruz yapmacıklıktan
koşuyoruz boş sahilde
sanki diyorum, o kalbindeki insanı
ben ise onu kovalıyorum
bu arada bir sevdiği var, emin olduğum zamanlardayız
banktayız.
ne tesadüftür yine onu izliyorum
hafif eğilmiş, dirsekleri bacağının üstünde. başını iki kere sallıyor ve gülüyor. sonra kafasını bana döndürüp daha çok gülüyor. göz gözeyiz. dayanamıyorum, gülüşüne karşılık veriyorum. çoktan dönmüş oluyor. tekrar bana dönene kadar gülüyor oluyorum. ne saf!
o benden geçmedikçe
gün geçiyor.
bizi görsen,
bana ilgisini görsen bu zamanlar
sen bize aşık olursun
nasıl da yan yanayız.
tamam,
bu biziz.
o işler öyle olmuyor ama.
bir şey var aramızda
yoksa kalbindeki mi?
doğru bildin okuyucum.
kalbindeki!
kız öylesine masum ki. dünya pek toz pembe ona göre. bana dönüldüğünde her an jileti vuracak da kaçacak gibiyim. bu yüzden sanırım ellerini tutan ben değilim.
bil bakalım sonra ne yaptım!
sevgimi ona açtım-yazar burada gülüyor-
ve oda bana bunları hissettiğini, artık kavuşmamız gerekti-
sence?
tek yaptığı kalbindeki insanı bana hatırlatıp
beni terk etmekti.
tamam her şey hoş, güzel de.
bu kıza noldu?
aylarca peşinden koştu.
iftiralar yedi
nefretler işitti
ah pek ağladı!
sonra bir kütüphanede karşıladı
bakın.
nasıl yutkunarak oturdum karşısına
nasıl da nefesim kesildi, anlatamadım ben.
yaşadığımı bir yaratan bilir, bir ben.
dönüyorum.
oturdum ve kalkmam bir oldu
sen beni mi takip ediyorsun? kalk bu masadan. seni görmek istemiyorum.
neden?
biliyorum, nedeni şu. seni sevdim. tek isteğimin biz olmasa da avuçlarımızın buluşmasıydı.
bakın kahraman burada yine kabulleniyor!! eski günleri düşünüp hüzünleniyor. ah evet ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor.
biz yine denk geldik
bir grupta
sevdiği kızı anlattı
ben dinledim
uyudum.
pes etmeli dimi?
pes etmeli.
hoşçakalın,
geri geleceğim sayın hayali okuyucum.
*yazarken deliriyordum, bu kadarı yeter.*