Yüreği güzel, ahdi sağlam, İslam davasını içselleştirmiş bir ulu… Öyle ki; Resulullah’ın (s.a.v.) şu sözlerine mahzar olmuş. “Her ümmetin bir emini vardır. Bu İslam ümmetinin de emini Ebu Ubeyde bin Cerrah’tır.” (Tirmizi, Menakıp) diyerek. Peygamberimize (s.a.v.) yakıştırılan “el-Emîn” lakabına, Peygamber (s.a.v.) tarafından layık görülmüş. Nitekim böylece Müslümanlar arasında “Eminü’l Ümme” diye lakap koyularak anılmaya başlanmıştır. Yemenliler, Resulullah’dan (s.a.v.) İslam’ı ve sünneti öğretecek bir kişiyi talep ettiklerinde Resulullah (s.a.v.), Ebu Ubeyde (r.a.) onlara yollamıştı. İlk Müslümanlardan olan Hz. Ebu Ubeyde (r.a.), kararlılığı, inancı ve Resulullaha (s.a.v.) olan bağlılığı ile bize bir emsal adeta… Bütün arsız tutumlara, eza ve cefalara Resulullah (s.a.v.) ile göğüs germiştir. Babasının baskısı bir taraftan, Mekke müşriklerinin baskısı bir taraftan adeta psikolojik bir savaşla karşı karşıyaydı. Buna dayanamadı o âlemlere rahmet olan ve onu Habeşistan’a giden ilk kafile ile yollamak istedi. Her ne kadar kendisi; “Burada durayım ya Resulullah (s.a.v.), seninle savaşayım. Senin burada yaşadığın meşakkatli tutuma, sensiz buradan uzakta sefa ile oturup beklememi benden isteme ya Resulullah!” Demesine karşın onun gitmesini istedi. İlk hicreti yaşayan Müslümanlardan olan Ebu Ubeyde (r.a) zorda olsa bu kısa ayrılığa dayanmak zorunda kaldı. Medine döneminde Resulullah’a (s.a.v.) geri kavuşan o güzel insan, aynı zaman da Resulullah (s.a.v.) tarafından Sa’d bin Muaz (r.a.) ile kardeş ilan edildi. Cesur adamdı, cengâver ve kahraman bir mücahitti. Bütün savaşlarda Peygamberimizle birlikteydi.
O öyle bir insandı ki; Varlığını yokluğa armağan etmiş, Bir tek Allah, Allah, Allah (c.c.) demiş safında bulunduğu noktayı en iyi bir hal ile omuzlarında ve yüreğinde taşımıştır. Bedir’de Babası karşısında, hınç ile büyük bir azimle onu öldürmek istiyor. “Gel bana Ebu Ubeyde, Gel! Seni öldüreceğim. Sen atalarının dinini reddedip, babanı ve atalarını yok saydın.” Diyor. Ebu Ubeyde (r.a.), Resulullah’ın (s.a.v.) öğrencisi. Babasının kanını dökmemek için ondan uzaklaşıyor, onun dışında ki müşrikler ile harp ediyordu. Babasının kinine, hıncına ve hak olmasa bile o kararlı inancına bakıp üzülüyor. Onca kaçış ve uzaklaşmasına rağmen babası ile savaşmak zorunda kalmıştı. “Bak baba!” Dedi. “Sen benim babamsın. Beni büyüttün, bu yaşıma getirdin. Ama bil! Senden öte, benden öte bir Allah (c.c.) var Baba” deyip babasını orada dini için, İslam için, Allah (c.c.) için öldürdü. Kaçımız! Babamızın, Annemizin, Kardeşimizin veya akrabalarımızın imansızlığına, İnkârcı tutumuna, İslam’a olan savaşına karşı onları Allah için karşısına alır. Kaç kişi eline silahı aldığında karşısına düşman diye dikilen yakınını öldürebilir. Bu nasıl bir yürek ister. Bu nasıl bir yürektir ki, böyle bir tevekkül, böyle bir iman ister. İşte böyle bir imana böyle bir ayet iner.
لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Mücadele, 22)
Böyle bir adam; Uhud Savaşı’nda müşrikler Resulullahın (s.a.v.) üzerine hücum etmişler, yüzünü yaralamışlar ve mübarek dişlerini kırmışlardı. Peygamberimizin miğferinden kopan iki halka yüzlerine batmıştı. Hz. Ebu Ubeyde (r.a.), Resulullah’ı (s.a.v.) bu hâlde görünce dayanamamış, Resulullahın (s.a.v.) yüzüne batan halkaları dişleriyle çekerek çıkarmıştı. Bu yüzden ön dişlerinden ikisi kırılmıştı.
Böyle bir adam; Peygamber efendimizin (s.a.v.) irtihalinden sonra Hz.Ebubekir (r.a.) ve Hz.Ömer’in (r.a.) ardından halifeliğe layık görülen bir adamdı. Öyle ki; Bunun için Resulullah (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde, Hz.Ebubekir (r.a.) ve Hz.Ömer’den (r.a.) sonra Hz.Ebu Ubeyde (r.a.) için “Ne iyi adamdır…” (Tirmizi, Menakıp) demiştir. Bunu bildiği için Hz.Ebubekir (r.a.) Onun ve Hz.Ömer’in (r.a.) elini kaldırıp “Bunlardan birini halife seçin beni değil.” Diyerek O güzel Peygamberin dostunun övgüsünü de almıştır.
Böyle bir Adam; Resulullah (s.a.v.) sevdalısı, onun sünnetine riayet etmemekten çekinen bunun için her zaman sade bir hayat yaşamış ve kimseyi kendinden alçak görmemiştir. Savaşları en layık biçimde kazanmış ve Ömer (r.a.) döneminde Şam ve Kudüs’ün fethinde bulunmuştur. Şam’da ki halka; “Ben Kureyşliyim. Fakat teni kırmızı veya siyah biri yoktur ki, takva itibarıyla benden üstün olsun da, ben ‘Keşke bu adamın bedeni içinde ben olsaydım!’ demeyeyim.” Deyip bütün insanlığa bir insanlık dersi vermiştir.
Kendi yaşantısını Şam’a vali olduktan sonrada koruyan o güzel insan. Kaldığı yerde; bir kılıcı, miğferi, bir avuç yiyeceği ve yataktan başka bir şey bulundurmuyordu. İşte bunun için Hz.Ömer’in (r.a.) şu sözlerine mahzar oldu “Ey Ebu Ubeyde, dünya herkesi değiştirdi, ama seni değiştiremedi.”
Ebu Ubeyde (r.a.) her anlamda güzel bir sahabiydi. Allah’tan (c.c.) çok korkar, Resulünün (s.a.v.) sünneti üzere hareket ederdi. Son derece mütevazıydi. Vazifesine bütün canıyla bağlı olan ve Resulullah (s.a.v.) sevgisiyle coşan Ebu Ubeyde (r.a.), idaresi altındakileri öz evlatları gibi gözetirdi. Onun merhamet ve adaleti sadece Müslümanları değil, idaresi altında bulunan Hıristiyanları dahi içine almıştı. Bu sebeple Hıristiyanlar düşman hareketlerini kontrol ederek ona malumat verirlerdi.
İşte böyle bir adamı, Allah (c.c.) yaşarken cennetle müjdeledi. Oda cennet garanti diyerek yan gelip yatmadı. Oysa biz nede olsa müslümanız deyip, her halükarda sonumuz cennet diyerek yan gelip yatmayı bu kadar seviyorken. Ebu Ubeyde bin Cerrah (r.a.), Hicret’in 18. yılında 58 yaşındayken vefat etti.
Allah ondan razı olsun!
Orhan ASAN
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gençler Yazıyor ~2~
Novela JuvenilBu kitap yazılarımızın devamıdır. Sizde bizlere yazılarınızı gönderebilirsiniz. Bunun için DM'den ya da twitter, instagram, Tumblr hesaplarımızdan '@gencleryaziyo' olarak aratıp bizimle irtibata geçebilirsiniz. İnternet sitemiz, gencleryaziyor.wor...