-2 HAFTA SONRA-
Sonbahar bütün hüznü ile dünyanın en güzel şehrine teşrif etmişti. Gözünün alabildiği her yere bir parça hüzün sarısı, bir parça hüzün kızıllığı ve çokça yağmur serpmişti...
İki hafta boyunca yalnızdım. Yalnızlığın tadı her zaman damağımdaydı zaten, o bilindik aroması daima benimleydi fakat yoğunluğu kendini daha da çok belli ediyordu.
Ellerimi kiremit rengi yağmurluğumun ceplerine soktum. Biraz eski püskü bir ceketti fakat kendimi onun içinde tam manasıyla kendim gibi hissediyordum.
Dört tarafımdan gelen toprak kokusunu ciğerlerime çektim. Altındaki acılara inat üstü o kadar güzel kokuyordu ki tıpkı bir illüzyon gibi. Belki de insanlar toprak kokusunun arasından kaybettikleri insanların kokusunu alabildiği için bu kadar çok seviyorlardı.
"Çok güzel kokuyorsun babacığım" diye bir düşünce dolaştı zihnimde.
Çok sevdiğiniz birisinin kokusunu belli bir zaman sonra unutunca kendinizi, başka kokuları onunmuş gibi kandırıyordunuz.
Ne yapayım ondan elimde kalan tek parça bu...
Toprakta kaybolmuş bile olsa o'ydu işte...
İki hafta boyunca sürekli araştırma yapmıştım. Tarık'la konuşmadığımdan dolayı adamlarım aracılığıyla ondan haberler alıyordum. İlaç gerçekten etki etmişti ve Engin tamı tamına 48 saat sonra bu dünyaya o iğrenç nefesini vermeyi kesmişti.
Günlerce İstanbul da ki dövmecileri gezmiştim. Fakat şu zamana kadar konuştuğum hiç kimse dövmeyi tanıyamamıştı. Benim işte olduğum zamanlarda ise gerçekten güveniyorum diyeceğim tek adamım olan "Ayhan" dövmecileri geziyordu. Kötü haber ondan da ses çıkmıyordu.
Genelde olduğundan farklı olarak bugün kalın ve kapalı bir ayakkabı giymiştim ki işin doğrusu bu tür bir ayakkabıyla çok daha fazla mutluydum. Topuklu ayakkabı kadınlara atılan en büyük kazıklardan biriydi.
Altı çamurlu ayakkabılarımı şirketin girişindeki o büyük kırmızı paspasa hafifçe sildim ve dönen kapıdan içeri girdim.
Giydiğim kıyafetlerle bir gören olsa, beni bu şirkette çalışan herhangi biri sanabilirdi. Fakat ben rahattım hiç değilse arabadan inip şirkete girene kadar rol yapma ihtiyacı hissetmiyordum.
Dönen kapıları da geçip altın rengiyle döşenmiş o kocaman girişte durdum ve hemencecik içimin ısınmasına sebep olan, neşeli bir şekilde sağa sola selam veren, dünyanın en pozitif insanını gördüm. Asansöre gidene kadar önce girişteki güvenlikçiyle ellerini tokuşturdu daha sonra temizlik görevlisi olan yaşlı amcayla sarıldılar. Kulağındaki kulaklıktan etrafı hiç duymuyordu büyük bir ihtimalle ve bu yüzden de herkesle anormal bir şekilde bağırarak konuşuyordu.
"İŞTE BENİM FAVORİ GÜVENLİKÇİM!!"
"OY SENİN O YANAKLARINI YERİM AMCAM BENİM."
Resepsiyonda duran minyon tipli esmer kıza da selam verdi.
"NABER KIZ ÇİROZ? YİNE SEVİMLİSİN HE."
Her gördüğümde olduğu gibi bu seferde gülümsedim.
İki haftadır her Allah'ın günü şirkete bu şekilde geliyordu. insanlar onu o kadar çok sevmişti ki onu yönetim kurulundan biri olarak değil de kendilerinden biri olarak görüyorlardı. Yapmacık değildi ve her girdiği ortamda insanlara kahkaha attırıyordu. Böyle bir insanın olduğuna inanmak çok zordu.