MERHABA ÖZGÜRLÜK
Dört duvar, bir tavan hepsi de beyaz, hepsi sevimsiz, sessiz... Dört duvar, kolsuz bir kapı; kapı öylece kapalı, sanki içerden açılmıyor. Bu cebimdeki tenimi yakan metal de ne? Anahtar mı bu, bu kapının anahtarı mı, bu kolsuz kapı bu anahtarla mı açılıyor?
Yok hayır açamam ben bu kapıyı, ya ardı da ayrı duvarsa veya bu kapı başka kapalı kapılara açılıyorsa, hayır bu zindanı zor çekiyorum bir de zindan içre zindan da boğulup ölürüm. Hayır, hayır duvarlar gelmeyin üzerime, sıkıştırmayın beni açamam korkarım, bir kapı daha görürse bu gözüm dayanmaz yüreğim.
Ah duvarlar ne kadar da sevimsizsiniz, bu kirli beyazlığınız ne kadar da mutsuzluk sebebi, biraz da olma mavi sürünseydiniz, hafif Ege hafif Akdeniz'den. Bak o zaman sizi severdim de işte, umut gibi görünürdünüz, nefes gibi olurdunuz bana. Biraz gökyüzü sürünseniz mesela üzerime yürüseniz de nefrette etmezdim sizden.
Sizin bu sevimsiz kirli soğuk beyazlığınız beni bu kapıya mı mahkum ediyor, etsin lakin vaz geçmem sizden. Tanıyorum sizi, ne kadar beyazınız kirli iyi biliyorum, nerede çatlamış sıvanız, ne kadar yorgun ve kasvetlisiniz iyi biliyorum sizi.
Bu kapının ardı, açılınca öbür yanı bilmiyorum. Tanımıyorum, neyle karşılaşacağım bilmiyorum. Bilmemek korkutuyor beni, savunamıyorum kendimi, belirsizlik titretiyor bedenimi. Kim koydu bu anahtarları cebime, nasıl bir dert verdi bana. Kapatmışsın işte kapıyı, anahtarı bırakıp neden bana açtırıyorsun ki. Ne demek istiyorsun, nasıl bir tuzak kurdu ki bana.
Bir fare gibi oynamak istiyorsun değil mi benimle, uzaktan görünmeyen yerlerden görüp kahkahalar atacaksın değil mi, o salak küçük defterine yazarak. Evet ben bir korkak değilim, zekiyim ben, denek yapmayacağım sana kendimi, bir labirentin kapısını açıp yol bulmak için kendimi parçalamayacağım. Neredesin, görüyor musun beni, duyuyor musun? Biraz yüreğin varsa çık karşıma, aç bu kapıyı anlat çıkışımı, bırak beni insafsız... Hey sana söylüyorum, gel aç kapıyı, yeter...
Ne yapıyorum ben, duvarlarla konuşuyorum, sonra varlığını bile bilmediğim birine bağırıyorum. Bu elimdeki anahtar, karşımda kolsuz kasvetli demir bir kapı... Evet demir bir kapı ilk defa fark ediyorum, pas yok, yamulma yok, boyası duvarlar gibi kirli beyaz. Bu kapıyı bunca zaman fark etmemem acaba bu renkten mi?
Dokunsam mı ki kapıya, bir iki adımda yanındayım işte, daracık zaten burası, evet demir bir kapı bu. Vurunca ses yankılanıyor, öbür tarafı sanki boşlukta, kulağımı dayıyorum ardından ne ses geliyor, bir ses anlaşılmıyor, bir uğultu, kör zifiri karanlık bir kuyunun sesi gibi korkutucu. Açmamalıyım bu kapıyı belki dönemem bile geri, ne gelir başıma bilemem. Bilemem de ya dönmek istemezsem.
Duvarlar gelmeyin üstüme, nefret ediyorum bu kirli beyazlığınızdan, anahtarım var benim, açar kaçar giderim sizden. Tamam açıyorum kapıyı, alnımda soğuk terler düşüyor, elim titriyor. Anahtar oturdu yuvaya ve titreyerek, korkarak çeviriyorum; mekanik bir sesle aralandı gıcırdayan menteşelerle kapı.
Temiz bir deniz havası vurdu yüzüme, mavi gökyüzüne gözüme değdi, ayaklarımın altında ıslak çimen.
Özgürlüğüm merhaba...
Görkem ÖZCAN
26.09.2016-Antalya
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bozuk Saat
PuisiBOZUK SAAT bir çift sözün belki intihar nedeni belki yaşam sebebi dur, yutkun, düşün... sonra söyle usulca. ya da günde iki defa olsun doğruyu söyleyelim birincisinde ben seni sevdiğimi söyleyeyim ikincisinde sen beni sevdiğini diğer saatlerde ister...