Sonsuz koridorlarda durmadan koşuyordu. Kesme taştan örülü zemine düşen su damlalarının yankısına, yere çarpan botlarının sesi karışıyor, fakat o, sesleri duymuyordu. Aklındaki tek şey koşmaktı. Kaçmak. Ne peşinde kim olduğunu, ne de yakalanırsa başına ne geleceğini bilmiyor-du. Bildiği tek şey kaçması gerektiğiydi.
Alnından akan terler gözlerini yakmaya başlamıştı. Bacakları onu daha fazla taşıyamayacak kadar yorgundular. Kendini saatlerdir daha fazla koşmak için zorluyordu. Hep aynı yerde koşuyormuş gibi geliyordu ona. Kesme taştan inşa edilmiş yüksek tavanlı bir koridor. Sonsuz bir tünel. Örümcek ağları. Taşların arasından damlayarak zemine inen yağmur. Ve peşinde, hevesli, hevesli olduğu kadar da ürkütücü bir kahkaha.
Böylesine dehşet yüklü bir kahkahayı kulakları ilk kez duyduğundan mıdır bilinmez, hızı yavaşlamaya başladığı anda bir panik dalgası tüm vücudunu ele geçirdi. Hayır diye fısıldadı kendine defalarca. Üstüne karamsarlık çöktü. Yavaşlıyordu. Nefes nefese tekrarladı kendine;
''Hayır!''
Artık bacakları onu taşımamaya başladı. Ciğerleri ise can çekişmeye başlayalı saatler olmuştu. Onu yakalamaya çalışan şeyden kaçamayacağını anladı. Son bir iki adım attı. Sonra dizlerinin üstüne çöktü. Onu almaya gelen her ne ise, yüzleşemeyecek kadar yorgundu. Elini ceketinin iç ceplerine götürdü. Peşindeki şey onu yakalamadan önce bir sigara yakmak istedi. Hem belli mi olurdu; o şey, yapacağını yapmadan önce belki bir sigara içmesine izin bile verirdi.
Sigarasını bulamadı. Kendisine küfretti. Sonra şansına sövmeye başladı. Bakışlarını koridorun tavanına dikti. Arkasından, korkunç bir kahkaha yükseldi. Hiç duymadığı kadar yakınındaydı. Ensesinden bileklerine kadar ürperdi. Gözlerini sımsıkı kapadı. Olacak şeyin bir an önce olup bitmesi için dua etmeye başladı.
Bir duman seli geçti üzerinden. Kokusuz fakat acı verici. Elektrikle çarpılmış gibi acı ve hissizlik arasında bir çığlık attı. Tüm vücudu kaskatı kesildi. Birkaç saniye kıpırdayamadı. Sadece gözlerini açabildi. Kara bir duman bulutunun önünde tünel boyunca ilerlediğini gördü.
Nihayet vücudu hareket etme yetisini geri kazandı. Boynunda, kırılmışçasına bir ağrı belirdi. Bacakları eskisi gibi sızlamıyordu fakat kafasının içinde deprem oluyordu. Beyni gürültüyle kafatasına vurarak çıkmak istiyor gibiydi. Kalbiyse göğüs kafesini yırtıp çıkacak gibi atıyordu.
Elini istemsizce kalbine götürdü. Elinde kan olduğunu fark etti. Neresinin kesildiğine baktı fakat bulamadı. Kan elinden değil başka bir yerinden geliyordu. Yaralandığını fark etmemişti. Hemen yerinden doğrulup temiz olan diğer elini vücudundan gezdirdi. Kan falan yoktu. Bacaklarına baktı.
Derken koridorun sonunda yanan meşaleyi fark etti. Meşale duvara tutturulmuştu ve altında tahta bir kapı vardı. Sonsuz koridorlardan bir çıkış... Eskisinden daha güçlü hissettiği bacaklarıyla kapıya koştu. Tek hamlede kapıyı açtı. Küçük odaya girdi.
Oda bomboştu ve az önce açtığı kapı dışında herhangi bir çıkışı yoktu. Anlaşılan sonsuz koridorlar küçücük bir odaya çıkmıştı. Odada ise dinlenmeye bir sandalye bile bulunmuyordu. Tüm o koştuğu yolu geri dönmek zorundaydı. Belki de geri dönülecek bir yer yoktu. Belki ömrünün sonuna kadar bu sonsuzlukta dolaşacaktı.
Belki...
Tam karşısında duran, odanın duvarlarının renginden ötürü fark edemediği örtüyü fark etti. Bir şeyin üzerine serilmişti. Neyi gizlediğini görmek için çekip indirdi. Örtünün altından büyük bir boy aynası çıktı. Loş ışığın içinde kendi yüzüne baktı. Bembeyazdı. Solgunluğuna inanamadı. Yıllardır hiç sıfıra vurmadığı sakallarının olmadığını görünce kendini garipsedi. Sonra ise onu korkutan bir şey fark etti:
Elindeki kanın nereden geldiği...
Boynunda, şahdamarının üstünde bir çift diş izi vardı...
Çiseleyen yağmur usulca pencereleri yoklarken, Can Yıldırım, içine düştüğü dehşetli düşlerden uyandı. İstemsizce elini boynuna götürdü. Daha sonra kan olup olmadığına baktı. Hayır, temizdi. İkna olmadığından uyukaldığı koltuktan kalkıp banyoya gitti. Açtığı ışık gözünü aldı. Birkaç saniye gözlerinin ışığa alışmasını bekledi. Sonra aynadan boynuna baktı. Bir şey yoktu. Kirli sakalı hala yerindeydi. Teni ise tüm canlılığını koruyordu.
Gördüğü kabusun etkisinden yavaş yavaş çıkarken mutfağa gidip buzdolabını açtı. Kazınan midesine bir şeyler doldurmak istedi. Buzdolabının en alt rafında duran konservelere uzandı. Eline ilk geleni alıp baktı. Barbunya plaki... Barbunyayı geri koydu ve eğilip mısır konservelerinden birini aldı.
Tezgahın üzerine koyup açtı. Tatlı kaşığıyla mısırları yemeye başladı. Aklına saat geldi. Yarın işe erken gitmesi gerekiyordu. Sabah erkenden sorguya girecekti. Bugün yakaladıkları bir şüphelinin ifadesi yarım kalmıştı. Şüpheli, ifade sırasında sürekli cinlerden bahsediyor ve Arapça bir şeyler mırıldanıyordu. En sonunda ise ağzından köpükler saçarak yere düşmüş ve titremeye başlamıştı. Çağırılan psikiyatr da şüphelinin sara nöbeti geçirdiğini, psikolojik sorunları olabileceğini söylemişti
Bu garip olay üzerine gördüğü bu garip kabus onu bu gece uykusundan edecekti anlaşılan. Konserveyi ve kaşığı eline alarak uyuyakaldığı salona geçti. Uyuyakaldığı koltuğa oturdu. Bir yandan mısırını yerken bir yandan da kabusu düşünmeye başladı. Sonsuz koridorları, peşindeki kahkahayı, üzerinden geçen duman bulutunu. Ve aynayı... O, tüm bunları düşünürken omuzlarına bir ağırlık çöküyor ve aklı kararıyordu. Gecesine musallat olan bu musibet neydi?
Neyle yüzleşmesi gerekiyordu?
Aklı gittikçe kararmaya başladı. Kalbi ise zayıflıyor gibiydi. Kötücül yaratıklar, uyuyanların kabuslarında dolaşırken, Can, geceye çöken dehşeti hissediyordu. Gittikçe çöktüğü yerinden kalkıp cama yaklaştı. Pencereden dışarı baktığında herhangi bir terslik göremedi. Kendisininkiyle beraber sadece birkaç apartman dairesinin ışığı yanıyordu. Bir köpek çetesi birbirlerine havlıyor ve soğuğa karşı direnebilecekleri bir kuytu arıyorlardı. Hava bulutluydu. Yıldızlardan tek bir tanesi dahi görünmüyordu. Şehrin tepesine üşüşen kara bulutların arasında ise bir gedik oluşmuştu. Ve Can, hayatı boyunca görmediği -ve muhtemelen bir daha göremeyeceği- bir şey gördü...
Uçları yere bakan kızıl bir hilal ay...
Bu gece kesinlikle uyuyamayacağını işte o an anladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kan Tanrıçası
Fantasy''Duyumsa İlyit! Havada demir tadı var. İnsanlar geliyor. Yine bizi silmeye çalışacaklar yeryüzünden. Fakat bu sefer değil. Korkma İlyit. Artık ben varım. Korkma benim küçük kızım. Bu sefer ateşten mızraklarıyla sana dokunamayacaklar. Seni yakamayac...