4. Bölüm: Ne Olacaksa Olsun!

393 50 24
                                    

Susmam gerekiyordu. Tunç'un yüzündeki değişim bariz ortadaydı. Başta, içinde doğup büyüdüğü apartman ona hiç olmadığı kadar yabancılaştığı için garip davrandığını düşündüm, ancak çok kısa bir süre sonra bu garipliğin başka sebeplerden dolayı olabileceğini sezdim. Hakan'ın rahat tavrının yok oluşu dahi benim Tunç'a kafamdan geçen soruları sormamı engelliyordu. Belki de böylesi daha iyi olacaktı. En yakın dostlarımın korkmasını ve evdeki huzurun son bulmasını asla istemezdim. Açıkçası bahsettiğim konular bana da ürpertici gelmişti ve Sevinç Teyze'deki bilinmezlik beni korkutuyordu.

Bugün hiç olmadığım kadar enerjik hissediyordum. Dostlarıma jest yapmak için bulaşıkları onlardan önce davrandım. İkisinin de miskinlikten kahvaltılarını ağırdan yapmalarını göz ardı edemezdim. Bulaşıkları yıkarken gözüme dolapların üstündeki küçük lambalar ilişti. Tahminen turuncumsu bir rengi vardı. Güneşliği kapatıp o ışığı açtım. Tahmin ettiğim üzere ışık loş, turuncu renge sahipti. Ayrıca mutfak lambası gibi tek seferde açılan ışıklardan değildi. Çevirirken ışığın şiddeti ayarlanabiliyordu. Düğme hassas değildi, düğmeyi çevirirken zorlanmıştım. Arkama baktığımda ise yalnızca Hakan'ı görmüştüm.

"Tunç nerede?" diye sordum.

"Biraz önce lavaboya gitti, gelir şimdi." diye cevap verdi. Haklıydı; Tunç saniyeler içinde lavabodan çıkıp bana yardım etmeye geldi. Hakan ise o sırada odaya geçti. Hakan'ın etkilenmemesi için Tunç'a fısıldadım:

"Sabahki yüz ifaden bana epey garip geldi. Sanki bir şeyler hatırladın da söylememen gerekiyor gibiydi." Birkaç saniye boyunca durakladım. Konuşmaya devam edecekken Tunç önce davrandı:

"Seçkin, bu konulara bir dur diyelim artık. Yaşadığım, annemin ve arkadaşlarımın yaşadığı birtakım olaylar var. Bunu size söylemiştim ve konu kapanmıştı neyse ki. Fakat bu konuların tekrar açılmasını istemiyorum ve senin de anlayışlı olduğunu, bizi korkutmak istemediğini biliyorum." Yanaklarını kasarken yaklaşık iki saniye boyunca durakladı. Yeniden söze girişinde heyecanının arttığını hissetmiştim.

"Ama öyle şeyler anlatıyorsun ki, inanmak istemediğim hâlde bunların kafamdan çıkmamasını sağlıyorsun. Özellikle eski zamanlarda bu olayların daha sık yaşandığını söylemen, verdiğin örnekler... Her şey duyduğum olaylarla tamamen uyuşuyor; köyde... Neyse... Bu defter burada kapansın, olur mu? Rica ediyorum."

Tunç'un pot kırmasına ramak kalmıştı. Çaktırmadan onu rahatlatmak adına cümleler sıraladım:

"Tamamdır. Tatilin zehir olmasını kimse istemez. Hakan'a baksana! Nerede o eski, vurdumduymaz Hakan? Neden böyle ürperiyor, anlamıyorum ama bu saçma defter kapanacağı için bunun bir önemi yok."

Tunç, her cümlesiyle merakımı katlamıştı ve her şeyi sonuna kadar öğrenmek istiyordum. Doğru zamanda tabii...

"Hadi beyler, bir haftayı evde geçirecek değiliz ya. Tunç, bugün komuta sende dostum. Gezdir bizi, akşam da film ve maçın dibine vuralım!" dedi Hakan. Önerisi yüzümüzü güldürdü. "Aynen öyle, bir saate çıkalım." diye karşıladım. Hakan'ın hazırlanması çok uzun sürdüğünden bir saat içinde çıkma önerisinde bulunmuştum. Beyefendi her zamanki tavrıyla beni inkâr etse de haklı çıkmıştım.

Bir buçuk saatin ardından nihayet dışarı çıkabilmiştik. Sevinç Teyze ve Necdet Amca evlerinde yoktu. Pencereleri kapalıydı. Sokağı dönüp merkez caddeye doğru indiğimizde, yukarı doğru sohbet ederek çıktıklarını gördük. Bizi gördüklerinde gülümsediler. Necdet Amca "Temiz havanın tadını çıkarın gençler, iyi gezmeler şimdiden." diye söze girdi.

"Teşekkür ederiz, bir şeye ihtiyacınız olursa söylemeniz yeterli." dedi Tunç.

"Sağ olun yavrularım, dikkatli olun. İyi gezmeler." dedi Sevinç Teyze.

Görüşme sonlandıktan sonra ana caddeye indik. Caddenin merkez ilçeye göre pek vasat olmadığını ve şehrin hem sakin hem de yaşanabilir düzeyde olduğunu fark ettim. İçimden "Tunç'un yerinde olsam şehrin gürültüsünden kaçıp buraya yerleşirdim. İki saat erken uyanmaya dahi razıyım." dedim. Gözlerimden ne dediğimi anlarcasına gülüyordu bana Hakan. Hakan'ın o bakışını gördüğümde ister istemez ben de gülmeye başladım ve "Arabayı temelli alırsan neden olmasın?" dedim. O anki diyaloğumuz tıpkı senaryosu belli bir dizi sahnesi gibiydi. Bu, tüm neşemizi yerine getirmişti. Tunç ise sabaha göre daha canlı görünüyordu. Biraz daha yürüdükten sonra şehrin meşhur dondurmacılarından birine rastladık. En son bu dondurmadan beş sene önce yediğimi hatırladım. Tunç bize doğru yöneldi:

"Merkezdeki bayilik kapandıktan sonra diğer ilçelerdeki bayilikleri de kapattılar. Çocukluğum burada geçti, hâlâ kapanmaması ne kadar güzel."

"Hadi biraz ağzımız tatlansın." dedi Hakan. Hepimizden önce dondurmacıya ulaştı; zıpır bir çocuktan farksız görünüyordu.

Dondurmaları alıp gezerken caddenin sonuna vardık. Sağa doğru baktığımda üst kısımların köyden ibaret olduğunu gördüm. Yeşillikler içinde köyler...

"İşte bu, huzurumu katladı!" dedim.

Ağaçlık kısmı göstererek "Parmağımı gösterdiğim yere bak, bizim köyümüz o yerin arkasında kalıyor." dedi Tunç.

"Herkes orada mı?" diye sordu Hakan.

"Keşke... Dedem vefat etti, torunlar da kentte ya da şehir dışında." diye cevapladı Tunç, "Köy evinde babaannem, amcam, yengem yaşıyor. On sene önce o kadar geniş bir aileydik ki, kimse evinde kalmaz, herkes köye hücum ederdi. Gidersek kalacak yerimiz var tabii. Aman, boş verin... Burada eğlencenin tadını çıkaralım."

Köyüne gitmeyi çok istiyor, ama bu karara varmaya korkuyor gibiydi. Eğlenmekten söz ederken dahi tedirginliğini hissediyordum. Sabahleyin bana köyden bahsetmek üzereyken susmuştu ayrıca. Tunç'taki tuhaflık olabildiğine şiddetleniyordu.

Eve vardığımızda hava kararmıştı. Kapıyı açarken aklıma ister istemez son iki gündür konuştuğumuz konular gelmiş, Tunç'tan da aynı elektriği almıştım. Tunç ile göz göze geldiğimde, bu konuları asla açmamamı bakışlarıyla ima etti. En yakın dostlarımla göz teması kurarak anlaşabilmek oldukça ilginç ve eğlenceli bir duyguydu. Hakan ise güzel geçen günün ardından rahat görünüyordu. Bu durumun tekrar bozulmasını asla istemiyordum. İçeri girip odalara dağıldık.

Odaya adım attıktan yaklaşık kırk saniye sonra Hakan'ın bağırışı tüm evde yankılandı. Sesi duyduğumuz an onun yanına yüreğimiz ağzımızda bir şekilde koştuk. Yanına vardığımızda Hakan, yeni aldığı müzik çaların şarkıları çalıştırmadığını, evden çıkmadan önce ayarlardan birini yapmayı unuttuğunu söyledi. Tunç'un asabiyeti üzerindeydi; iyice gerildi. Ben de en az Tunç kadar kızgındım.

"Hakan, Seçkin'e paranormal konuların artık açılmamasını rica ettim, beni kırmadı. Sana bir şey demedik, çünkü her zamanki rahat tavrın ilk kez bozulmuştu ve bu durum hoşumuza gitmemişti." dedi Tunç. Sakinliğini korurken devam etti, "Daha fazla korkmanı istemiyorduk. Ama verilen tepkiler dahi bizi germeye başladı."

Beklemedikleri bir anda hedefi Tunç'a doğrulttum:

"Sende birtakım tuhaflıklar sezmeye başladım." Gözlerim kısıldı, "Olması gerekenden fazla gerginsin. Neden? Bizden gizlediğin şeyler ne? Korkuların var ve özellikle beni uyarıyorsun. Herkes onaylarsa anlat bize her şeyi. Daha çok rahatlamış olursun hem, ne dersin?" Hakan donakalmış, Tunç ise dudaklarını ısırmıştı.

Tunç bana tavır alırcasına bakarak "Seni uyarıyorum, çünkü öyle açıklamalar yapıyorsun ki hayatımda yaşadığım ya da güvendiğim kişilerin yaşadığı tüm paranormal olaylar bir film şeridi gibi gözümden geçiyor. Aslında kendime kızıyorum, dur demeliydim sana. Her neyse... Kendimizi fazla kasmayalım artık. Ne olacaksa olsun." dedi. 

MUSALLAT (a.k.a. EŞDUYUM) | Kitap Oldu!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin