3. bölüm

13 3 0
                                    


Akrep yelkovanı kovalarken tek yaptığım beyaz yatağa oturup karşıdaki dolabı izlemek oldu. Vampirler dünyamızın bir parçasıydı. Onları görmesek de insan içinde yaşadıklarını bilirdik. Yurt müdürünü biz küçük kızlar dışarıya çıkmasın diye 'dışarıda vampirler sizi yerler' yalanından biliyordum vampileri. Ama ömrüm boyunca düşünsem de bir gurup vampirin beni kaçıracağı aklıma gelmezdi.

Siyah kapı hafifçe açıldığında içeriye sarı saçlı olan kız girmişti. Elindeki sargılara bakılırsa kolum için gelmişti. Yanıma yaklaştığında korkak bir şekilde yatakta geriye kaydım.

"Benden korkmana gerek yok Vera sana zarar vermem. Ben vampir değilim" dedi ve yanıma oturup kolumu incelemeye başladı.

"Onlardan değilsen neden onlarla duruyorsun? Yoksa seni de mi kaçırdılar?" dedim dehşet içinde.

Hafifçe güldü ve kolumu sargıyala sarmaya başladım.

"Benim durumum biraz karışık. Ben sevdiğim adama yardım etmek için burdayım. Onu daha görmedin birazdan burda olur" dedi.

"Beni neden kaçırdılar? Lütfen anlat kafayı yiyeceğim"

"Aslında seni kaçırmak Gece'nin fikriydi." dedi ve sargı işine devam etti.

"Gece kim?" dedim merakla

"Seni kaçıran adam. Aslında lakabı Gece, gerçek ismini sadece abisi biliyor. Yani aşık olduğum adam" dedi ve sargı işini bitirerek yatağa bağdaş kurdu.

"Peki Gece neden beni kaçırmak istedi?"

"Çünkü kanın özel Vera. Sen son Kutsal kan taşıyıcısısın. Kanını içen vampirlerin gücü bir süreliğine 4-5 katına çıkabiliyor." dedi.

Söylediği şey karşısında büyük bir kahkaha attım ve karnımı tutatak gülmeye başladım.

"Sen ciddimisin? Yani beni annem ve babam bile istemedi nasıl kutsal olabilirim?" diye söylendim gülmelerimin arasından.

"Vera bazı şeyleri hemen kavrayamamanı anlıyorum fakat sana ihtiyacımız var lütfen" dedi gözleri dolu dolu.

Kapı aniden açıldı ve içeriye tüm ihtişamıyla Gece girdi. Bana kutsal demesi saçmaydı. Eğer kutsal biri varsa o da karşımdaki gece gözlü adamdı.

"Ona yalvarmayı kes Milena" dedi ve karşıda duran kırmızı koltuğa kendini attı.

"Bizi mi dinliyordun?" dediğim an saniyesinde pişman olmuştum neden soruyordum ki

"Sanane." dedi ve öndeki sehbaya ayaklarını uzatarak gözlerini kapattı.

Adının Milena olduğunu öğrendiğim kız bana doğru döndü ve "bizi dinlediğini sanmıyorum. Senin kanını içtiği için duyuları gelişti." dedi ve ayağa kalkarak elimi tuttu
"Hadi seni diğerleriyle tanıştırayım."

Milena'nın kolumu çekiştirmesiyle odadan çıkıp merdivenlerden aşağıya indik. Sabah odada gördüğüm herkes burdaydı ve televizyona odaklanmışlardı.

"Hey millet toparlanın. Yeni arkadaşımız geldi" dedi sarı saçlı çocuk. Oturduğu yerden kalkarak yanıma geldi "ben Brandon" dedi ve eliyle hafifce ensesini kaşıdı. Fazlasıyla yakışıklıydı.

Kızıl saçlı kız elindeki birayı kafasına diktikten sonra "ben de Rose" dedi ve gülümsedi. Gülümsemesi gerçekten hoştu ve ağır başlı biri olduğu her halinden anlaşılıyordu.

Baş aşağıya koltuktan sarkan kıvırcık saçlı çocuk ise hiç doğrulmadan "ben de Matt ama sen bana bay mükemem yakışıklı diyebilirsin" dedi ve kendi kendine gülmeye başladı. O anda Rose elindeki yastığı Matt in kafasına attı ve Milena kulağıma eğilerek "ikisi çıkıyorlar" dedi. Hafifçe tebessüm ettim ve Milenanın çekiştirmeleri eşliğinde koltuğa oturdum.

O sırada Gece salona giriş yaptı. Bembeyaz teni solgunluktan çok onu ilahi bir görüntüye ulaştırıyordu. Elinde duran sigaradan bir yudum alarak tam karşımdaki koltuğa oturdu ve gözlerimin içine bakarak gri dumanın dudaklarının arasından gidişini bana sundu.

Gözlerimi hafifçe kaçırdım ve kendime bakmak için başka bir yer seçtim. Ona bakmasamda bana baktığını hissedebiliyordum.

Sohbet koyuydu. Konuştuklarından öğerendiğim kadarıyla Gecenin abisi ve Milena çıkıyordu. Rose ve Gece kuzendi, Matt Brandon ve Gece ise çocukluk arkadaşıydı. Herkes birbiriyle konuşuyor ve ortam Matt'in espirileriyle neşeleniyordu. Gece yapılan espirilere sadece tebessüm ediyor onlarla konuşmak yerine sigarasiyla ilgileniyordu. Bir an onlara imrendim. Büyük ve güzel bir arkadaş gurubuydu. Birbirlerine değer verdikleri her hallerinden belliydi. Benimse tek arkadaşım yurttaki Elenay'dı. Onu da evlat endiklerinden beri hiç görmemiştim.

Bir an içim acıyla burkuldu. Kimsesizliğim gün yüzüne çıkarken beni düşüncelerden çıkartan Brandon'ın sorusu oldu.

"Ee Vera bize yardım edecekmisin?" dedi ve umut dolu gözlerini yüzüme.

Sorusuyla herkesin odağı ben olmuştum. Odak noktası olmayı sevmezdim. Belki de alışkın olmadığım için rahatsız oluyordum. Bilmiyorum. Tam ağzımı açacağım sırada gece konuştu.

"Tabi ki de yardım edecek. Onu boşu boşuna mı kaçırdık?"

Söylediği şeyle sinilerim gerilmişti. Her ne kadar kavagacı bir kız olmasam da her zaman hakkımı savunmuştum ve kimse benim yerime karar vermezdi.

"Söz konusu benim kanım. Buna sen karar veremezsin. Bu işin sonunda ölebilirim" dedim ve sinirle sönük kahve tonlarıdaki gözlerimi gece siyahlarına diktim.

"Ölmeyeceksin. Ve evet buna ben karar verebilirim." dedi.

Ortamdaki gerginliği fark eden Milena duruma el atmak istercesine elimi tuttu ve "Sakin ol Gece daha bazı şeyleri yeni kavrıyor. Bizi anlayacaktır" dedi. Mavi gözleri bana yardım dilenircesine bakıyordu.

"Milena anlamıyormusun bu kadar önemli bir durumda bir ergenin duygularını öne süremeyiz bize yardım etmek zorunda" dedi ve ayağa kalktı.

Ergen değildim. Hayatımın hiç bir döneminde ergen olamamıştım. Çocuk bile olamamıştım. Şimdi gelip benimle böyle konuşması canımı yakmıştı.

"Ben ergen falan değilim. Sadece ölebilme ihtimalimi düşünüyorum" dedim ve ayağa kalkarak önüne dikildim. Belki de dışarıdan komik gözüküyor olabilirdik. Minicik boylu bir kız, kocaman adama kafa tutuyormuş gibi. Ama gururum o kadar ağır basıyordu ki beni gebertse yine de geri adım atmazdım.

Boyum omuzunun biraz altında bitiyordu. Göz göze gekmek için kafamı kaldırdım. Yakından bakınca sanki gecenin içindeki yıldızlar gibi gözlerinde hafif noktalar gördüm.

"Cidden bana kafa mı tutuyorsun?" dedi sesinde hafif alay kırıntısı vardı. Herkes o an ikimize odaklanmış ne yapacağımızı izliyordu sanki.

"Benim hayallerim var anladın mı beni? Buna izin veremem" dedim. Cesurdum. Fazlaca.

"Bak seni kuş beyinli sana gebermeyeceksin diyorum. Eğer bize yardım edersen sana istediğin hayatı verebilirim. Fakirlik içinde yaşadığını ikimiz de çok iyi biliyoruz. Anladın mı?"

Anlamıştım. Bana para teklif ediyordu. İçimden büyük bir ses bana kabul etmem gerektiğini haykırıyordu. Benim paragöz bir aptal olduğumu düşünebilirdiniz. Fakat paraya her şeyden çok ihtiyacım vardı. Durumum olmadığı için hiç bir zaman güzel kıyafetler giyip istediğim şeyleri yiyememiştim. Yaşıtlarım güzel şeyler giyerken ben hep yurtta başkalarının eskilerini yırtık kıyafetleri giyerdim. Belki biraz para bana yardım eder hayalini kurduğum kütüphaneyi açmamı sağlayabilirdi.

"Biraz düşünebilirmiyim?" dedim hafif bıkkınlıkla. Ani ruh değişimime şaşırsada hemen geri soğuk yüz ifadesine büründü.

"Peki istediğin kadar düşün ama bundan kaçamazsın. Başka yolun yok" dedi ve kenarda duran siyah sehpadan sigara kutusunu alıp yukarıya çıkmaya başladı.

Yavaşça deri koltuğa oturdum ve kısık bir nefes verdim. Brandon boşta kalan diğer yanıma oturarak

"Onu kafana takma bazen fazla sert olabiliyor" dedi ve gamzesini çıkartarak gülümsedi. Gülümsemesine istemsiz de olsa karşılık vermiştim. Onlar iyi insanlardı. Ya da iyi vampirler.

Kutsal KanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin