Güneşin yeni yeni doğmaya başladığı saatlerde lanet bir alarm sesiyle uyanmadığım için gayet enerjiktim o sabah. Ya da öğlen, her neyse. Saat on ikiye doğru uyanmış, bir de kalkmayıp, yatakta öylece yatıp keyif yapmıştım. Onun nasıl güzel hissettirdiğini çoğunluk bilir diye düşünüyorum, eğer daha önce hiç denemediyseniz de çok şey kaybettiğinizi belirtmek istiyorum.
Uzun bir süre yatakta kaldığımı guruldayan midemle fark ettim. Hayır, bu guruldamak değildi. Resmen konuşmaktı. Dediği şeylerin küfür olma olasılığı da çok büyüktü tabii.
Zorlukla kalktığım sıcacık yatağımdan çıplak ayaklarla soğuk betona basmam, bütün uykumu alıp götürmüş ve yerine huysuzluğu bırakmıştı. Sadece dolapta yiyecek şeylerin bulunmasını umut ederek karmakarışık mutfağa adım attım.
Tahmin edin, sizce yemek için herhangi bir şey var mıydı?Doğru cevap! Elbette yok.
Huysuzluğun üstüme çöktüğünü söylemiş miydim? Bunun üstüne artı olarak açlığım da eklenince dayanılmaz seviyeye ulaşmıştı. Regl dönemindeki kızlar gibi davranmam huysuzluğuma ayrı bir tat katmıştı.
Eh, yaptığım şey kısa bir duş almak ve saçlarımı kurutmadan lanet evden çıkıp Jongdae'ye gitmekti. Ne yapayım, aç mı kalayım yahu?
Haber vermek için arayacak ve en azından insaflı bir davranış sergileyecektim ama kahretsin ki dandik telefonumu almayı unutmuştum. Erken kalkmayınca gün güzel geçecek sanmıştım halbuki, daha ne kadar sinir bozucu olabilirdi?
Yakın olan evlerimizin güzelliğiyle on dakika içinde kapısının önünde guruldayan midem ve üşüyen bedenimle zile bastım. Evde olsa iyi ederdi, yoksa kutsal küfürlerimden bir kaçını cephanemden özel olarak seçip yüksek sesle haykıracaktım.
İki, üç dakika kadar bekledim.
Tam kapı açıldığında söylenmeye başlayacaktım ki, karşımda üstü çıplak bir Jongdae beklediğim en son şeydi, cidden. Saçı başı dağılmıştı ve lanet olsun ki göğsündeki ve boynundaki mor izleri seçebiliyordum.
Siktir... Bir sevişmeyi bozmuş olamazdım, değil mi?
"Chanyeol?"
Kırık çıkan sesinin ardındaki şaşkınlığı anlamamak için aptal olmak gerekirdi.
Bakın, böyle bir saatte ansızın geldiğim için şaşırmasına imkan yoktu çünkü bu ilk defa yaptığım bir şey değildi. Ancak bu seferki, her şeyi - görsel olarak da - açıklıyordu işte.
"Naber Jongdae? Uyandırdım mı?"
Tabii ki anlamamazlıktan geleceğim, haydi ama! Ve tabii ki onu ittirip içeri geçeceğim, yoksa gerçekten buz kütlesine dönüşüp kalacağım!
Kapıyı yavaş yavaş kapatışını izlediğimde gerçekten burada beni istemediğini fark ettim. En azından o zamanda.
"İyi... Ne oldu, birden gelince şaşır-"
"Babacık? Ne yapıyorsun, kediciğin acıktı ve sütünden istiyor!"
Aman. Tanrım.
Tanrım.
Beni yanına alman için beş dakikan var, eğer sen almazsan, ben kendimi öldürüp geleceğim.
Jongdae'nin yatak odasından gelen Minseok'un normalden daha da ince çıkan iniltili sesiyle ikimiz de donup kalmış ve öylece birbirimize bakmıştık.
Yemin ederim ifademi sabit tutmak için çok çalıştım. Gerçekten. Ama... Üstüne yapışmış takım elbisesiyle, ciddi ifadeli Kim Minseok ve o sözleri...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Babysitter
FanfictionHayatını bomboş geçiren yirmi dokuz yaşındaki adam ile, oğluna bakıcı arayan kırık kalpli otuz iki yaşındaki adamın buluşacağı hikaye. Trajikomik olabilir. Dikkat edin, kalp kırıkları ayağınıza batabilir, ama acıya rağmen gülmeyi de unutmayın, ayıp...