İlk olarak, kendimi reklamlardaki çinko karbon pil gibi hissediyorum. Karşımdaki adam ise, duracell pillerden. Hani ben dandik olanım, o ise kaliteli olanlardan.
Komik görünüyor olabilir, ama bizzat görüyor olsaydınız sizin de böyle düşüneceğinizden eminim. Tanrım, belki görünüşümden değil ama ruhen ve fiziken öyle yabancıydım ki mekana, kaçıp gitme dürtüsünü zar zor bastırıyordum. Karşımdaki adam gayet olgundu. Eh, otuz iki yaşındaki bir adamın nasıl olmasını beklerdim ki zaten?
Gerçi aramızdaki yaş farkı fazla değildi ki, üç yaş işte. Hoş, bana nazaran oldukça olgun ve zeki bir adam olduğunu inkar edemeyeceğim.
Durumun ciddiyetini anlıyor musunuz? Egosu boyundan büyük olan Park Chanyeol, şu adam karşısında kendini gömmekten beter etti. Daha bir iki saat önce Jongdae bana laflar söylüyor diye alınan ben değil miydim sanki? İşler karışmıştı, ama benim içimde. Dışarıdan her şey yolundaymış, bu durumlara alışıkmışım gibi davranmaya çalışıyordum. Ta ki, konuşmaya başlayana dek.
"Biraz kendinizden bahseder misiniz, lütfen?"
Bu adam böyle konuşmaya devam ederse ben işi yürütemezdim, baştan söyleyeyim. Hayır iş derken, doğru düzgün iletişim kuramam manasında. Bu ne ciddiyet ki böyle, biraz daha rahat olamıyor muyduk?
"Uh? Şey... Adım Park Chanyeol. Yirmi dokuz yaşındayım ve Seoul'da yaşıyorum... Ve... Şey..."
Gerizekalı gibi takılıp kalmama ne demeli? Yahu, kendinden bahseder misin nasıl bir soru? Bana açık açık sor, ben de cevaplayayım işte, bu kadar basit!
"Pekala öyleyse, ilk ben başlayayım. Olur mu?"
Başımı sallayarak onayladım onu. En azından bir şeyler çalar, sonra ben de konuşmaya çalışırdım onun gibi.
Ne hallere düştü, karizma Park Chanyeol... Ah...
"Belki biliyorsundur, B&S Şirketi'nin asıl sahibinin oğluyum, adım Byun Baekhyun. Babam seneler önce aramızdan ayrıldığı için, ve benden başka evladı olmadığı için başına ben geçmek zorunda kaldım. Yanlış anlama, nispet yapmak için kesinlikle söylemiyorum. Sadece... Bilgi için."
Kısa bir ara vererek zarif hareketlerle şarabından bir yudum aldı. Ondan cesaret alarak ben de yavaş yavaş kasıntı halimi üstümden atmaya çalıştım, şaraptan bir yudum aldım ve tadıyla mest oldum diyebilirim. Kaliteli şarabın tadı bir ayrı oluyormuş demek ki.
"Geçen yıl eşimle boşanma kararı aldık ve oğlumuz Jisoo'ya ben bakıyorum."
Gülümsedi. Ancak gülümseyişinin arkasında yatan acıyı saklayamamıştı. Ya kötü bir oyuncuydu, ya da ben o tanıdık duyguyu yakalamıştım. Dediğim gibi, bu bana çok tanıdık geliyor çünkü.
Sustuğu için öne atılıp ben konuşmaya başladım. Hangi akla hizmet bunu yapmıştım, bilmiyorum.
"Adım Park Chanyeol... Bir apartman dairesinde tek başıma yaşıyorum ve bekarım."
Bekarlığa neden girdim ki... Umarım bu yaşıma kadar hiç kız arkadaşım olmadığını anlamamıştır...
"Minseok da, en yakın arkadaşımın erkek arkadaşı, oradan tanışıyoruz."
Dikkatle beni dinleyişinin ardından susup kaldım. Anlatacak kadar ne özelliğim vardı ki başka? Bomboş yaşayıp giden, sap herifin tekiydim ben.
"Çocuklarla aran nasıl, Chanyeol?"
Direk adımla seslenmesi rahatlatsa da oturduğum deri koltukta sorduğu sorunun etkisiyle kıpırdandım. Bu gerçek deri mi yoksa, bir saniye, kusacağım...
"Aslına bakarsanız, daha önce hiçbir çocukla yakın iletişimde bulunmadım."
Ne? Öyleydi, ne yapayım! Bir keresinde oyun parkının önünden geçerken küçük bir kız çocuğunun elinden kırmızı balonunun ipi kaymıştı. Uzun boylu olmanın avantajıyla ipin ucundan son anda yakalayıp kıza uzatmıştım. Parıldayan gözleriyle bana bakıp teşekkür etmişti ve koşarak parka dönmüştü.
Sanırım... Bir tek çocuklarla ilgili bu anıya sahibim.
"Öyleyse, çocuklarla anlaşamıyorsun?"
Tek kaşını kaldırmış, ince parmaklarının arasındaki bardakla öylece durmuş bana bakıyordu, siktir, Tanrı bu herifi yaratırken zamanını çok fazla kullanmış olmalıydı. Aksi halde, vay... Kelimeler kifayetsiz kalıyordu, cidden.
"Öyle denmez, sadece tanıdığım çocuklar yok etrafımda, o yüzden."
Başını aşağı yukarı sallayıp bir yudum daha aldı, ancak gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmıyordu.
Çekil git, mutant adam! Diye bağırasım gelmişti çünkü nasıl böyle bir tipi olabilirdi bir erkeğin, söyleyin bana. Hem bir kızdan daha güzel, hem bir erkekten milyonlarca kat yakışıklıydı. Bu dengesiz koalisyon sonucunda efsane bir şey doğmuştu ama, laf yok.
Benim zavallı egom, gittikçe küçülüyor... Bırakma beni...
"İyi biri olduğun konusunda şüphem yok, Chanyeol. Minseok'un tanıdığısın ayrıca, kesinlikle seni reddetmek istemiyorum."
Hop, hop, hop!
Ne oluyor ya? Ben istemiyorum işi ulan!
"Acilen de birine ihtiyacım var. O yüzden, hemen yarın başlasan nasıl olur?"
Tanrım, bunun formalite icabı olması gerekiyordu! Ah... Sanırım her şeyi anlatmalıydım.
"Bir şey itiraf etmeliyim."
Kafasını sallayıp devam etmemi işaret etti. Derin bir nefes aldım, anlatmaya başlamadan önce. Sanırım Jongdae beni mahvedecekti ama, sonuçta işe başlasam da hiçbir yararım olmayacaktı ki, biliyorum!
"Minseok'un erkek arkadaşı, yani arkadaşım Jongdae beni çok zorladı bu konuda. Ben pek istekli gelmiş sayılmam, çünkü çocuklar hakkında hiçbir bilgim yok ve ben daha kendime bile bakamayan bir insanım, yapabileceğimi sanmıyorum. Sadece arkadaşımın susması için kabul etmiştim..."
Omuzlarının hayal kırıklığıyla düşüşü benim hayal ürünüm müydü, yoksa ciddi miydi? Tanrım, dokunsam ağlayacak gibiydi!
"Ama... Acil birine ihtiyacım var. Chanyeol, sadece yanında olsan, onunla ilgilensen bile yeter. Evde zaten yemeği vesaire için hizmetli var, sadece ben yokken yanında olacak birine ihtiyacım var."
Siktir, yalvarıyor muydu? Herkesin önünde eğildiği kişi, bana yalvarıyor muydu? Dünyada neler oluyor böyle?
"Bak, paraya da ihtiyacın var değil mi? Onu dert etme. Hem evde de yatılı olarak kalacaksın, iyi olmaz mı? Bir kaç gün dene, eğer hâlâ yapamam diyorsan kabul edeceğim."
Evde yatılı olarak kalmak mı?
Dışarıdan daha soğuk olan bir evdense, sıcacık, kocaman bir ev... Önüne sunulan enfes kahvaltılar ve erken kalkmama sorunu... Para ise...
O kadar cezbedilmiştim ki o an, dudaklarımdan çıkan geri dönülmez sözcük pekala idi.
Ve bir anda numarasını benim dandik telefonuma kaydederken buldum. Numarasından bile asalet akıyordu. Benim dandik telefonumun rehberinde hem de...
Daha sonra önümüze sunulan enfes yemekleri midemize indirdik. Bana işini ve oğlu Jisoo'dan bahsetti. Kafa dengi biri olduğu çok barizdi.
Çok dengesiz olduğumu düşünüyorsunuz, değil mi?
Tamam, düşünebilirsiniz elbette. Ama emin olun ikna kabiliyeti çok iyiydi, imkanlar çok iyiydi neden olduğunu bilmediğim bir parçam kabul etmek istemişti. Bütün ön yargılarım çöpe gitmiş, yerine yeni düşünceler yelken açmıştı.
Diyecek bir şeyim yok. Park Chanyeol... Çocuk bakıcısı oldu işte.
Sizce, başarabilecek miyim bunu? Yoksa yine üç gün içinde kendimi başka iş ararken mi bulacağım?
Oralar meçhul, kader. Ben de merak ediyorum açıkçası. Hadi, beraber öğrenelim, kaderimde neler varmış.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Babysitter
Fiksi PenggemarHayatını bomboş geçiren yirmi dokuz yaşındaki adam ile, oğluna bakıcı arayan kırık kalpli otuz iki yaşındaki adamın buluşacağı hikaye. Trajikomik olabilir. Dikkat edin, kalp kırıkları ayağınıza batabilir, ama acıya rağmen gülmeyi de unutmayın, ayıp...