Bölüm 1

26 3 1
                                    

Dünyada biricik acı, sevilmediğini sanmaktır. –Emile Zola

Yedi yıl önce...

Acı bir kahkaha yankılandı okulun boş koridorlarında. Ruhu bedeninden çıkmadan kalbi çöktü kıvırcık saçlı bir çocuğun. O güne değin acı haykırışlarını işitmeyi reddedenler, yanaklarında taze yaşlarla dizlerinin üzerine düşen gencin hasta ruhlu kahkahasını duydular. Başarıya ulaşamamış sevgisi adım adım nefrete dönüşürken kimsenin bakmaya tenezzül etmediği bal rengi gözlerinden, şimdi önünde kanlar içerisinde uzanan iki cansız bedene bakarken pişmanlık ve nefret akıtıyordu yanaklarına. Uzun bir süre kendine gelemedi. Elindeki kristal şarap sürahisinden bir büyük yudumu boğazından yuvarladı. 'Yaşayan hiçbir şey, yalnız başına ya da yalnız kendisi için var olmaz.' Demişti de William Blake, yıllar sonra dünyaya gelecek olan bu kıvırcık saçlı çocuğu hiç hesaba katmamıştı herhalde. Elindeki sürahiyi havaya kaldırıp umut yoksunu gözleriyle çoktan canı çıkmış bedenleri selamladı.

"Ey benimle bu kadar güç işler görmüş yiğitler, bugün, kederlerinizi şarapla giderin; çünkü yarın engin denizlere açılacağız!"

Horatius'un sözleri dudaklarından dökülür dökülmez gözlerini yumdu. Ne öldürdüğü insanların ne de onun bir yarını vardı artık... Buruk bir tebessüm oluştu dudaklarında. Biraz sonra aklı başına geldi nihayet, hemen ayağa fırladı. Okulun girişinden müdür odasının önüne kadar dizdiği 13 ceset teker teker gözlerinin önünden geçti. Biraz pişmanlık biraz da rahatlama hissi duyuyordu. İçinde iki taraf peyda olmuştu şimdi. Ağır basan rahat taraf konuşmak için önce davrandı.

"Acı çekmek, ölmekten daha çok cesaret ister. Sen acı çekiyorsun, onlarınsa ruhu huzura kavuştu."

Yıllar sonra kendi dudaklarından döküldüğüne inanamayacağı bu sözler, o anda bile kendini fazla acımasız hissetmesine sebep olmuştu. Ancak rahatlamışlık hissi hala ağır basıyordu. İçinde, derinlerde "Kendine gel!" diye dövünüyordu bir parça ama nafile. Genç, ümidini kaybetmişti ve başka da kaybedecek bir şeyi yoktu.

Koridorun sonundaki merdivenlerden gelen ayak sesleri kendine gelmesini sağladı, gözyaşlarını dindirdi. Korku küçük bir parazit gibi bedenine yayılmaya başlamıştı. Cebinde titreşen telefonu dikkatinin bir anlık dağılışına sebep oldu. Ancak hemen toparlandı, telefonunu cevaplamadan hemen önce şarap sürahisini yere bırakıp birkaç adım ilerisinde duran altın kaplama ağır tabancayı eline aldı. Duvar kenarından temkinli bir şekilde merdivenlere doğru yürürken yukarı çıkan ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Köşeye, duvarın bitişine geldiğinde hiç beklemediği bir şey oldu; ensesine aldığı darbeyle cılız bedeni yere yığıldı. Bilinci yavaş yavaş kapanırken tanıdık bir koku, hemen önünden geçip gitmişti. 

DÜNYANIN EN GÜÇLÜ ADAMIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin