Günümüz...
Alp Tandoğan, var olduğu günden itibaren süre gelen bir takım olaylar yüzünden hiçbir zaman tam anlamıyla var olamamıştı şu yalan dünyada. Ama tam yedi yıl önce bugün, her anlamda boşlukta olan diğer yarısı küçücük, minicik bir kıvılcımla hayat bulmuştu. Bulmuştu da... Uzun ince parmakları, büyük elleri, 43 numara ayakları ve kocaman adımları ile bir küçük aşkı yakalayamamıştı.
Yedi yılı aşkın bir süredir her akşam ve her sabah saat tam sekizde gözleriyle ziyaret ettiği iki katlı mavi apartmanı, karşı kaldırımda elleri siyah hırkasının ceplerinde seyrederken o gün yıllar sonra ilk defa sevdiği kadın ile konuşacağından habersizdi Alp. Rüzgâr hafif hafif eserken gereğinden biraz fazla uzun kıvırcık saçları başına geçirdiği kapüşonunun altından dalgalanmaya başlamıştı. Yıllar önce bugün, hayatı boyunca pişmanlığını yaşayacağı bir duygu görünmez bir böcek gibi kalbine süzülmüş içeriye yuva yapmaya hazırlanırken bir bakış, bir başka duygu onu bir daha hiç gitmemek üzere gelecek olan koca bir esaretten kurtarmıştı. Bakışların sahibi ise adamın gönlünde taht kurmuştu. Yıllar içerisinde bu taht, büyük bir imparatoriçenin görkemli sarayına dönüşmüştü...
Beyaz spor ayakkabısının altında ezdiği biçimsiz taş ayağına batıyordu ama Alp transa geçmiş halde taşla oynamaya devam ediyordu. Mavi apartmanın ikinci katındaki salonun ışığı hala yanıyordu. Bir an yıllardır toplayamadığı cesareti eve doğru gitmesi için beynine komut verirken, başka bir an kalbi bu heyecana daha fazla katlanamayacağını kanıtlamak istercesine hızlı hızlı atmaya başlıyordu, böylece gitmekten vazgeçiyordu ama hemen ardından onsuzluğa daha fazla dayanamayacağını düşünerek en başa dönüyordu. Büyük bir paradoksun içinde kaybolmuş gibiydi. İki ileri bir geri derken karşı kaldırıma geçmiş, belinin hizasındaki bahçe kapısının önüne gelmişti. Kendi içinde yaptığı içeri girip girmemek hakkındaki tartışmaya öyle dalmıştı ki, apartmanın kapısının açılıp iki kişinin koşar adımlarla dışarı çıktığını bile fark etmedi. Aslında pekte bir özelliği olmayan ama adama sarhoş edici bir güzelliği varmış gibi gelen ses kulaklarına çalındığında kendine gelebildi ancak.
"Akın bir durur musun?!"
Önce siyah saçlı, uzun boylu bir erkek; hemen ardından da siyah çerçeveli gözlüğü burnunun ucuna kaymış bir kız geçti Alp'in önünden. İkisi de o kadar hızlıydı ki, yüzlerini görememişti. Ama kızın sesini yıllar öncesinden hatırlıyordu. Kız bir süre daha önündeki adamın peşinden gitti ama onun hızına yetişemeyip durdu. Adam koşar adımlarla karanlığın içine daldığında kız bir eli alnında bir eli de belinde geri döndü. Eve doğru yürürken kendini kırgın ve bir o kadar da çaresiz hissediyordu. Yanlış anlaşılmış olması ve maruz kaldığı yargısız infaz canını çok yakıyordu. Bahçe kapısını açmak için uzandığında o kadar düşünceliydi ki, neredeyse hemen yanında duran şaşkın bakışlı adamı fark etmeyecekti. Son anda durup dalgın bakışlarını adama çevirdi. Kıvırcık saçlı adam, garip bir ifadeyle direkt olarak ona bakıyordu. Yüzünde gezinen gözlerden rahatsız, gözlüğünü yukarı kaydırdı kadın.
"Birine mi bakmıştınız?"
Alp kendisine yöneltilen soruyu beklemiyordu. Kızın kimi zaman elinde ekmekle evin yakınlarındaki küçük bakkaldan çıkarken; kimi zaman telefonla görüşürken; kimi zaman yüzünde saf bir tebessüm, etrafı izlerken; kimi zaman da elinde gazete, okuyarak eve giderken olduğu gibi onu fark etmeden yanından geçip gitmesini bekliyordu. Yıllar sonra ilk kez onu görmüştü sevdiği kadın. Adam heyecandan ne söyleyeceğini bilemez halde kadına bakmaya devam ederken, kadın yavaş yavaş endişelenmeye başlamıştı. Neredeyse onun bir sapık olduğunu düşünecekti ki Alp sonunda konuştu.
"Birine bakmıştım... Yıllar önce birine bakmıştım da gönlümü kaptırmıştım. Onu arıyordum, sizi gördüm. Ruhumun karanlığına, bir küçük güneş parçası düşürdünüz. Belki bende gönlümü sizde düşürmüşümdür... Bir baksanız ceplerinize, oradadır belki?"
Kadın rüzgârın dağıttığı saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırdı. Daha önce hiç görmediği bu adamın ne söylemeye çalıştığını anlamamıştı. Adam cevap bekler halde kadının gözlerinin içine baktı bir süre ama o hiçbir şey söylemeyecekmiş gibi duruyordu. Omuzları çöktü bir anda. Ne düşünüyordu ki o saçma sapan lafları ederken. Kızın bu sözleri hatırlayıp hemen boynuna atlayacağını ve ona aşık olacağını mı? Gözlerini boş bakışlarla onu inceleyen kızdan çekip ayakkabılarına indirdi ve tek kelime etmeden arkasını dönüp yürümeye başladı. O an söylediği şeyler için çok pişmandı ama ileride bu yaptıklarının, hatta sessiz sedasız arkasını dönüp yürümesinin bile hayatını tümüyle değiştirdiğini anlayacaktı.