Deniz, sen karanlıkların içinden beyaz elbisenle geldin hep bana. Bilirdin oysa yüreğimin dayanamayacağını bu renge, bu rengin bende masum bir ölümü çağrıştırdığını. Önce çok uzaklardan gelen bir ışık gibi süzülürdün. Belliydi farklı yerlerden geldiğin yorgun halinden. Hep benden önce davranıp Geldiğin yerlerden getirdiğin bir deste gülü hemen göz açıp kapayıncaya değin masamdaki vazoya koyardın. Sonra ağır ağır başını oynatıp çevrene bakardın; odamdaki değişimleri gözlerdin. En çok manzarası her ay değişen takvim sayfaları dikkatini çekerdi. Odamdaki annemin çeyizinden tek tahta sandalyeye gıcırdatarak otururken de ’Demek bir ay daha geçti’ derdin hüzünlüce.
Her gelişinde başka bir elbisen vardı. Ama renkler hep aynıydı: beyaz! ’Sen masum bir ölü müsün Deniz ?’ . Hiç beklemiyordun değil mi böyle bir soru sorma mı? Oysa ne kadar da çok severdin hayatı. Bana hayat dolu doğduğun ülkeleri anlatırdın. Ülkendeki mavi göllerde nasıl yüzdüğünü. Bazen bir ceylan gibi kaçıp gittiğini dağlara . Neyse ,bırakalım bunları. Sahi o sandalyede sen çok şey düşünmüş olsan da,ben çoğu kez o kahverengi gözlerinin derinliğinde anılarıma dalardım . Gözlerinin içinde küçücük bir çocuk olurdum ; şeker almak için para çalan . Ah Deniz, sana tutunuyorum, sende buluyorum çocukluğumu. Öyle doğurgan ve arısın ki;her gelişinde kendine çekiyorsun beni. Biraz zaman geçince -eğer mevsim kışsa ve dışarda sulusepken bir kar yağışı varsa- ne de güzel yakardık o teneke sobayı. Yanan çınar ağacının dallarının çıtırtısı sanki bize kurumuş otların arasında gezen bir yılanın çıkardığı sesleri anımsatırdı. Nedense sen hep o tahta sandalyeden inmez, yerde oturan beni tepeden tırnağa süzerdin. Bu süzüşte gözlerin parıl parıl yanardı. Bazen arada bir kalkar sobanın içine odun atardın. Odam sade ve çıplaktı. Ama sen her seferinde, odamda daha keşfedilmemiş yeni şeyler bulacağını sanırdın. En çok bu anlarında kitaplarıma ve kasetlerime takılırdı gözün. Her bakışında kitaplara, eline bir kitap alıp ’Her kitap apayrı bir dünyadır’ derdin. Bazı kitapları okuduğunu gözlerinden ve kitabı ellerinin arasına alışından anlardım. Biraz zaman geçince müzik setine o narin ellerinle genellikle bir piyano konçertosu kordun.
Ben hep bunları ve senin ağırdan devinimlerini seyrederdim. Seni seyretmek içimi ürpertirdi; çünkü ben bu görüntünün sonsuza dek böyle kalmasını isterdim. Sense biraz sonra gideceğinden habersiz, duvar köşelerindeki örümcek ağlarının içinde kaybolurdun. Örümceklerin o gizemli dünyalarını anlamaya çalışırken her seferinde bana bu örümcek ağlarını neden bozmadığımı sorardın. Bense bunu bilmediğimi söylerdim. Oysa ben o örümcek ağlarının içinde kaybolman için bozmazdım bunları. Bunu sana söyleyemezdim; çünkü yalnızca senin içimde kaybolmamı anlamanı isterdim. İşte bundandı bazen sana ’saçların örümcek ağlarından da gizemli’ demem. Zaman çok acımasızdı. Seni benden ayırmak için tüm fırsatları kollardı. Zamanla aramızda soğuk bir savaş vardı. Bu savaş senin için olsa da sen bunu bilmez ve artık gitmene yakın anlarında aynaya bakıp onun içinde dalıp giderdin. Bense zamanın seni her an yaşlandıran bir canavar olduğunu düşünürdüm. Görüntünün içinde kaybolurdun. Sana eşlik eden o eşsiz melodiler her tarafını sarardı kutsal bir ateş gibi. Sonra beni çağırırdın beyaz ellerini oynatarak kendine doğru. İşte o an aynaya beraberce bakma oyunu oynardık. Ama yalnızca gözlerimizin derinliğine bakıp sen benim gözlerimin, ben senin gözlerinin içinde kaybolurduk. İşte o an ruhum titremeye başlar ve bu korkunç titremenin sonsuza dek süreceğini sanırdım korkarak.
Bilir misin Deniz, işte o an aramızda ceryan eden bu gerilim bizi sonsuzluğa götürürdü. Bense sonsuzluğun o kadar korkutucu birşey olmadığını anlardım; gözlerinin derinliğindeki o sevgi kıvılcımlarını gördükçe. Giderdin yıkılmış bir kenti terkedercesine. Giderdin tüm yolların aksine bir yolda. Odam sensiz kalırdı. Giderdin zifiri karanlık bir uzamın içine. Giderken de hep ’Işıkları söndür’ derdin. Sen ve karanlık; kardeştiniz Deniz. Ben umarsız bir adam; ardından umutları kararan. Seni sevmek bu olmalı; yokluğunda umutların kararması, umutların okşadığın örümcek ağlarına sığınması. Ama sen bunu bilmeden giderdin. Kâinatın tüm sırlarını bilsen de bunu bilmezdin. Çünkü seni sevmek daha doğmamış bir sırdı, kaybolduğun karanlık denizlerde.