Onu arıyorum,boğma zamanlarında düşlerimin kendini. O,yitik bir çocukluk özlemi,ya da bazen
kavuniçi ördeğiyle yatan bir çocuğun kendisiydi.O, saf bir inancın ifadesiydi.
O da sonsuz labirentlere girmeye hazırlanıyordu belki.Yüreği bir karıncayı ezmeyecek kadar hafif,
ama zulüm ve haksızlıklar karşısında, bir atom bombası kadar ağırdı.
Girmeye hazırlansa da, daha sonsuz labirentlerin ne olduğunu bilmiyordu. O sırça yüreğini
taşıyabilecek miydi acaba,karanlık sonsuz koridorlarda.O nu o koridorlarda yalnız bırakmak istemiyorum.
O na bir mum bir meşale olmak istiyorum. O, benim geçmişim çünkü.Dar-sonsuz ve birbirini
kesen,üzerlerinde ilkel canlı resimleri ve sembolleri bulunan koridorlar o nu yutar,bir daha gün ışığına çıkamaz.
O, bir elma şekerini yerken, onun bir sembol olabileceğini dahi düşünemeyecek kadar doğaldı. Daha sonsuz
koridorlar,firavun ve aziz mezarları o na çok uzaktı.Daha kainat ve onun bir parçası olan dünyadaki bir sürü
şeye anlam veremiyordu.
Bilmem çeyiz sandığı ve çeyizleri varmıydı onun.Olmasa gerek,çünkü o, düşlerindeki beyaz atlı prensi
sevse de, onunla olamayacak kadar çocuktu.Masalları olsa gerek onun, cilt cilt çeyiz sandığında.
Zaten herkesin masalları ve daha kirlenmeyen yüzü,çeyiz sandıklarında ya da duvar oyuklarındaki çekmecelerde
saklı değilmidir...
Onu seviyorum, çünkü Onda buluyorum çocukluğumu.Şimdi ağırdan ağırdan süzülen gün ışığını bile
sokmadığım odamda, tek bir nefes olsa da yüreğim, o nun için de varolduğunu anlıyor...