5. BÖLÜM

47 3 0
                                    


Titreyen elleriyle ıslak kıyafetlerini zorla çıkarıp kuru ve kalın bir şeyler giydi. Ardından yavaş adımlarla yatağına yanaşıp yorganın altına girdi. Göz kapakları şimdi ona ağır geliyordu.

                              ***

"Lanet köleler! Kalkın çabuk işinizin başına dönün! Size onca altın saydım ben! Burada keyfinize bakın diye değil tabii!"

Duyduğu bi cırtlak sesle gözlerini açtı. Nerede olduğunu çıkaramadı. Evinde, yatağında olması gerekiyordu. Eski bir barakada değil.

Cırtlak sesin sahibi tarafından hiddetle dürtülmesiyle anlamayan ve kocaman olmuş gözlerini ona çevirdi. Yarabbi. Bu ne çirkinlikti. Koca burnu, koca göbeği ve kel başıyla insanda korkma ve tiksinme hissi oluşturuyordu. Ama herifin tekrar ona anlamadığı bir şekilde kendi dilinde bağırmasıyla o güzel yüzü incelemeyi bırakıp ayağa kalktı. Diğer sefil görünüşlü insanların da gittiği yere doğru yürüdü. Ayağına bir şey batmasıyla ilk kez kafasını eğip kendi kıyafetlerine baktı. Orta Çağda kölelerin giydiği o kahverengi çuvallardan giyiyordu. Elbise şeklinde olup yamalı ve kısaydı. Ayaklarında bir şey yoktu ve açıkta kalan kol ile bacakları da yara bere içindeydi. Aklı almamaya başlamıştı. Burası neresiydi, nasıl buraya gelmişti?

Arkadaki siyahinin onu homurdanarak itmesiyle acıyan ayaklarıyla tekrar yürümeye başladı. Barakadan çıkıp herkesin toplandığı yerden on onbeş santim yüksekte olan büyük tahtanın üzerine çıkıp etrafı inceledi. Burası pazardı.

Köle pazarı.

Her yerde köleler ve onlara sürekli bağırıp kırbaçlayan efendileri vardı.

İyi ama onun burada ne işi vardı?
Hintlilerin reankarnasyon inancına göre bir insan öldükten sonra yaşadığı süre boyunca yaptığı iyiliklere ve kötülüklere göre başka bir hayatı yaşamaya başlardı.

Burada bile fakiri oynuyorum diye düşünmeden edemedi.

Tekrar etrafı incelemeye başladığında mantıklı düşünmeye karar verdi. En yakınındaki kişiye dokunup "Burası neresi?" diye sordu. Saçı başı birbirine girmiş, yüzünün heryeri yara olan kadın ellerini ve kollarını anlamıyorum dercesine işaretler yaparken o da Hüma'nın anlamadığı bir dilde konuşuyordu. Sıkıntıyla iç geçirip başka birine sormayı denedi. Ama o da anlamıyordu.

Köleler arasındaki bu alışık olmadık hareketlenme efendileri tarafından fark edilmiş olacakki hemen o iri göbeğiyle tahtanın üstüne çıkıp ilk tuttuğu köleyi kırbaçlamaya başladı.

Elinde olmadan karşı koyan Hüma adamın yanına gidip kırbaç tutan kolunu tuttu. Buna oldukça öfkelenen adam bir Hüma'nın kolundaki eline bir de Hüma'ya bakıp cüssesinden beklenmedik bir çeviklikle Hüma'yı yüz üstü yere yatırdı ve kırbaçlamaya başladı.

Önce ne olduğunu anlamayan Hüma kendini yerde bulmuş ve sırtında daha önce hiç hissetmediği acılar hissetmeye başlamıştı. Kırbacın havada çıkardığı her sesle beraber Hüma da çığlık atıyor ve kıvranıyordu. Karşı koyup yerden kalkamayı denese de şişko adam tek ayağıyla vicudunun tüm ağırlını Hüma'nın kafasında kullanıyordu. Böceğe basar gibi basıyordu. Acıdan gözlerinden yaşlar gelmeye ve yavaş yavaş hissizlemeye başlamıştı ki kırbaçlanmayı bırakıp ezilen kafasındaki saçlarından bir el asılıp onu yukarıya çekti;

"Bana karşı çıkmanın bedeli neymiş gördün köle!"

                              *** 

Ani bir çekilmeyle sımsıkı kapattığı gözlerini açtı. Yatağından düşmüştü. Ve az önce gördükleri kabustu. Elini, düşmeden dolayı kaynaklanan sızlayan beline koyup diğeriyle de yerden destek alarak ayağa kalktı. Ardından fazla düşünmemeye çalışarak banyoya gidip üstündekileri çıkardı. Duş iyi gelecekti. Ama önce hâlâ rüyada mı emin olamadığı için çıplak sırtını aynaya doğru dönüp kırbaç izi var mı diye baktı. Zira hâlâ vurulan yerler ve böcek muamelesi gören kafası acıyordu. Tek bir çizik bile göremeyince derin bir oh çekti ve soğuk suyu açıp altına girdi. İlk başta her ne kadar sudan irkilse de bir süre kendini ikna edip olduğu yerde öylece durup düşüncelere daldı.

Yolda neler olmuştu öyle? O adam onu alıp arabasına bindirmişti. Hüma tam kendimi toparladım derken klimadan gelen sıcak havayı hissedince tutamayıp tekrar ağlama nöbetine girmişti. Ne kadar öyle kalmıştı ve o adam onu ne kadar izlemişti hiçbir fikri yoktu. Son hatırladıkları, susduktan sonra kekeleye kekeleye ev adresini söylemiş ve gelince de arkasına bile bakmadan evine doğru koşmuştu.

Bir de gördüğü o rüya vardı.

İşte ona hiçbir şekilde kafa yoramıyordu. Normalde kalktıktan 10 saniye sonra unutması gerekirdi ama Hüma'nın hâlâ sırtı sızlıyordu ve kulağında o adamın son sözleri çınlıyordu.

Suyu kapatarak dikildiği yerden kenarda asılı duran bornozu aldı ve odasına geçti. Pekte duş almış sayılmazdı ama ona göre bu yeterliydi. Daha fazla ayakta duracak gücü olmadığından bir an önce yatağına girip, rüya görmeden sonsuza dek uyumak istiyordu.

                             

HÜMA KUŞUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin