Çeşme.
Yine aynı sıradanlığıyla karşımda duruyor, kayalara vuran dalgalarla göz kırpıyor sanki bana. İzmir Çeşme'yi çok merak edip gezmeye geliyorlar, ama bence her yer gibi sıradan. İnsanların hepsi aptal oldukça çevrenin güzel görünmesi ne kadar iyi olabilir ki?
Bazen şu dünyada konuşmaya bile gerek duymuyorum. Anlayan biri olmadıkça da konuşmayacağım zaten. Sahte ve başkası gibi görünmeye çalışan özenti varlıklarla iletişim kurmak çok saçma.
Karşında bir resim olur, sana çok şeyi anlatır ama aptallar o resimden hiçbir şey çıkaramazlar. Yaşamım boyunca İzmir'den anladığım buydu. Herkes muhteşemliği ile övünür fakat o görselden hiçbir şey anlamaz.
Hani derler ya; Bakmak ile görmek aynı şey değildir diye. İşte bu söze çok inanıyorum. Hatta bir insanoğlunun kurduğu en iyi cümle bu.
Annemin ölümünden sonra insanlarla daha az, hatta hiç konuşmama kararı almam benim suçum değil. O kazanın suçlusunun, benim bağıra çağıra kazayı anlatıp da o geri zekalı polislerin çarpanları bulamaması suç. Kaç defa insan gibi konuşmama rağmen beni kale almayanların, sözümü laf yerine koymayanların beyinsizliği.
O günden sonra çok az konuşuyorum. Anlatsam da karşı tarafın anlamadığını öğrendikten sonra bu kararı aldım. Pişman mıyım? Hayır. Beni anlayan çıkana kadar da pişmanlık duymayacağım. Anlayan birisi de çıkmayacağına göre problem yok.
İsteksizce gelip dört senedir amaçsızca okuduğum beyaz binaya baktım. Yine aynı sıradanlığıyla karşımda duruyordu. Bahçesine gereksiz varlıklar yine üşüşmüştü. Hiçbirini umursamadan siyah kapüşonumu taktım. Resim defterimi kolumun altına alıp nefret ettiğim okulun bahçesine ağır adımlarla girdim.
Birkaç gözün bana bakmasını es geçerek 5 katlı yapının içerisine adımlarımı attım. Sanırım okulun tek sevdiğim yanı bana kimsenin karışmamasıydı. Hiç arkadaşımın olmadığı bu okul benim için bir gereksinimdi sadece. Annem ölmeden önce okumamı istemeseydi muhtemelen liseyi terk etmiş olurdum.
Sınıfımın kapısına gelince o amaçsız tabelaya baktım. 12. sınıfa geçmiştim ve tabela 12-C olarak değişmişti. Yaşımın ilerlediğini sadece bu tabeladan anladığımı fark ettim.
Sınıftan içeriye girdiğimde her sene gördüğüm aval aval bakan suratlar benim gözlerimi buldu. Her zamanki gibi hiç birisini takmadım ve sevdiğim ortadaki en arka sıraya geçtim. İşte benim mabedim burasıydı. Dersi dinlemediğim, sürekli resim çizdiğim, kitap okuduğum, müzik dinlediğim ve üzerine çizimlerimi karaladığım sıra.
Yeni eğitim öğretim yılını güzelleştiren tek şey bu sıraydı bence. Sadece bana ait sıra. Herkes yanıma kimseyi oturtmadığımı bildiğinden bu sıradan uzak duruyordu. Bu da benim işime geliyordu tabii.
"Günaydın çocuklar. Yeni eğitim-öğretim yılınız hayırlı olsun," diye giren bunak kimyacıya baktım. Bu kadın hala ölmedi mi ya?
Hoca gelince herkes ayağa kalktı. Ben kalkmadım. Aslında kalkardım ama arkada olduğumdan zaten görünmüyordum. Herkes oturduğunda hoca ayakta etrafa göz gezdirmeye başladı. Ben de resim defterimi çıkarıp dersi dinlememek üzere resim çizmeye başladım. Her öğretmen benim nasıl bir olay yaşadığı bildiğinden bana pek karışmazdı. Ben de bu fırsattan yaralanıp resim çizerdim.
Kapının gürültüyle açıldığını duydum ama bakmaya bile tenezzül etmedim. Sadece sesleri işitiyordum.
"Biz bu sınıftaymışız," dedi bir erkek sesi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIRADAN
General Fiction"Kaçıyorsun. Tek yaptığın kaçmak. Sen nesin biliyor musun Beste? Tam bir korkaksın. Yüzleşmekten korkuyorsun! Bu şekilde korkarsan acıların daha çok üstüne gelecek! Yapayalnız hayatında düşünceler beynini kemirecek, içindekileri tuttukça katlanamaya...