Bölüm 14

2 0 0
                                    


DENİZCİLER SEFER EYLER

Üç kafadar  kıtlıktan çıkmış gibi tıka basa karınlarını doyurmuşlardı. Kahvaltıdan sonra kalabalık bir halde deniz kıyısına teknenin yanına kadar inmişler tekneyi son son gözden geçirmişlerdi. Kalypso'nun halayıkları adet gereği denize sefer eyleyen denizciler için ağlamaya başlamışlardı. Yalnız sadece ağlama sesi çıkarıyorlar fakat göz yaşı döken olmuyordu. Bahadır, bir müddet bu tuhaf törene bakıp teknenin ipini çözerken de Kalypso'ya bu törenin anlamını sormak istemişti.

BAHADIR: Bu neyin nesi Prenses Kalypso.

KALYPSO: Bu bir törendir. Sefer eyleyen denizcilerin arkasından ağlanır. Tanrılar kadınların döktüğü göz yaşlarına acıyıp erlerimizi bize geri göndersin diye.

BAHADIR: Eeee bunlar sadece hü hü deyip duruyo. Ağlayan yok ki.

KALYPSO: Ne yapalım bu da müessemizin bi handi kapı. Sizinle fazlaca bi bağımız yok yani. Olan bu kadar.

BAHADIR: Eğer bizim geri dönmemiz bunların ağlamasına kaldıysa yandık.

Bahadır, bu ritüeli fazlaca önemsemiş ve kızlara bağırıvermişti.

BAHADIR: Kızım adam gibi ağlasanız ya. Ne öğle yalandan hü hü? Salya sümük ağlayacaksınız. Ağlayın lan!

Resul, Bahadır'ın yeni düzenleyecekleri deniz seferi yüzünden biraz gerginleştiğini anlayıp kolundan çekiştirip uzatmaması yönünde ona telkinde bulunmuştu. Ekber, öğrendiği kadarıyla, teknenin motorunu işlemiş, koydan çözülen ipi de dahil hiçbir engeli kalmayan tekneyi tornistan edip, çarşaf gibi suyu geriye doğru yara yara koyun çıkışına yakın bir yerde tam dümen sancak yapıp pruvayı açık denize vermişlerdi. Tarif üzerine güneş sancak tarafından doğmuş, tatlı bir serinlik hepsini titretmişti. Ekber, koydan çıkıp açık denize doğru ilerlerken motoru zorlamadan tam yola çıkardığında, tekne alınan erzak ve mazot testilerinin ağırlığından dolayı tatlı bir seyir tutturmuştu. Bir ispermeçet yavrusu gibi telaşsızca dalgalara girip çıkıyor, neşeyle yol alıyordu. Teknenin safrası dengeliydi. Bu dengeyi bozmamayı artık iyi öğrenmişlerdi. Öğlen olduğunda dümeni bir iple dümen sandığına sabitleyip tarif üzerine yollarına devam ediyorlar bir yandan da açık denizde kabaran iştahlarını yatıştırmak için öğlen azıklarını yiyorlardı. Öğleden sonra güneş iskele tarafına alçaldığında Kalypso'nun bahsettiği geçit vermez dağların bir boğazla çevirdiği sıra sıra kendilerini sınavların beklediği adaları görmüşlerdi. Dar geçide doğru ilerlerken geçitten sonra ki adada kendilerini bekleyen ilk sınav için hiçbir hazırlıklarının olmadığını fark eden Resul, Bahadır'ın rahat tavırlarına sinir olmaya başlamıştı. Küçük kardeşi Ekber, desen kendini iyiden iyiye tekne kaptanlığına adamış, bir yarım saat sonra eğer akıllarına parlak bir fikir gelmemesi halinde ölecek olmalarını zerre kadar umursamaz bir halde türkü söyleyip, tekneyi kullanıyordu. Resul, dayanamayıp hiç istemese de bu rahat tavırlarının sebebini Bahadır'a azar yollu sormuştu.

RESUL: Tabi mavi tura çıktık ya mına koyiyim. Yat orda öyle rahat rahat.

Bahadır, Resul'ün kendisine bir şeyler sormak ya da tartışmak için hep bu yolu seçtiğini bildiğinden hiç oralı olmuyor, yattığı yerde tekneden bulduğu eski, delik bir fötr şapkayı gözlerinin önüne indirmiş halde ağzında ki küçük ağaç parçasını dişlerinin arasında gezdirip bir şarkı mırıldanıyordu." Mendili örttüm yüzüne, şaplağı vurdum gözüne"

RESUL: Ya arkadaş birazdan curcuna kopacak bu duruma benden başka kafa yoran yok mu ya?.

BAHADIR: Sevgili Resul, kafa yormaktan kastın, bir durumu çözmekse bunun için önce gerekli malzemeleri sayalım. Bir; orta boy bir kafa. İki; içinde gelişkin bir beyin ve üç; ağız yapan bir çene. Düşünüyorum da bu üçünün hiçbiri sende yok. Onun için sen bu işi buna uygun insanlara bırak.

RESUL: Neymiş süper zeka Bahadır efendi planın.

BAHADIR: Meşgul etmezsen ben de bu konu üzerine düşünüyorum zaten.


VATANDAŞIN MİTOLOJİ İLE İMTİHANI I.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin