Bölüm 1- 'Pullu'

60 7 0
                                    


YEŞİL

Yatağımda oturmuş ne yazacağımı düşünüyorum tam iki saattir, iki hafta önce bitirmem gerekiyordu bu ödevi. Ben o ödevin verildiği gün oturup yapanlardan olamadım maalesef, küçükken öyleydim, yapmadığım gün içimde vicdan azabı duyar bir de onun sıkıntısını çekerdim, şimdi ise daha farklı şekilde sirayet ediyor bu sıkıntı. Mesela o gün veremesem de gidip illaki izin kopardım ama bu sefer de beyin algılarım gribin etkisiyle ya da tamamen kendimle alakalı olarak çalışmıyor. Müzik dinliyorum olmuyor, yabancı dizi açıp kafamı dağıtmaya çalışsam olmuyor, kalkıp gezinsem nafile; biliyorum ödevi yapmak için ödeve konsantre olmak gerekir ödevden kaçmak değil diyeceksin pullu, ama kaç yıldır farkındayız bu durumun; ne kadar bir şeyin üstüne düşecek olsam daha çok kafam dağılıyor. Mesela geçen seneydi sanırım iş için görüşmeye gittiğim kafede kendimden bahsetmem için içimden tekrarlar yaparken aklımda içime giydiğim gömleğin hangi renk olduğunu hatırlamaya çalışırken adamın geldiğini duymamış ve duyduğumda ise korkudan sıçramamla afili bir küfür savurmuştum ve bütün her şeyin o an bittiğine ikna olmuştum. Gerçi hemen sonra bu durumun benim işi almamı sağlayacağını da bilemezdim ama her neyse konumuz bu değil konumuz...

Bilgisayarın sağ alt köşesinde yanıp sönen bildirimle birlikte anılara bir ara veriyorum ya da verdiğimi sanıyorum. 'Seren Yavuz şu gönderiyi beğendi.' İnternetin yavaşlığında hangi gönderi olduğunu düşünüyorum, uzun zamandır yazı yazmıyorum oysa sayfaya, hiçbir şey göndermedim de... Tam o sırada önüme açılan sayfayla duygularım ve anılar arasında mekik dokuyorum, gözlerim istemsiz okumaya devam ediyor, durduramıyorum.

*Ara sıra midem bulanıyor hala.
Üzerimdeki miskinlik iki gün öncesinin anason kokusundan kaynaklı sanırım. Nereye dönsem, neyi okusam, neye baksam hep "artık devam etmeliyim " den ziyade "her şeyi yenilemeliyim" telaşında sarsıyor beni. Gece saat her 2.47 olduğunda istemsiz içim sızlıyor. İki gün önce ne de çok... Devamı yok. "İleriyi düşünmek zorundayım" deyip onca şişeden sonra bile sarhoş olamamış ama yine buna sığınmış,sarhoşmuş gibi düşünerek aramış bir ben. Ne de iyi tanıyordu kalbim kendimi?Bir daha asla cesaret edemezdim. Duyduğum şeyin acı kıvrımı. Duymadım bile hatta çünkü açmadı çağrıyı. Sorduğum sorulara soruyla karşılık verdi. Ama en son kendi parmaklarının ucundan yansıyan can alıcı cümleyi seçti zihnim. "İleriye dönük samimi bir arkadaş". Yanındakinin kim olduğunu sorduğumda böyle dedi. Öyleymiş. O halde ben de geçmişe yönelik mi oluyorum sevgili kent? Cümleler flulaşıyor. Hani insanlar sarhoş olduklarındaki yaptıklarını ertesi gün anımsayamazlardı?

 Bugün ikinci gün, santim santim aklımda, kahretsin!

Son kez arasın istedim, aylardır yüzleşmeyi beklerken o gece sabaha karşı anlamıştım bir daha asla olmayacak bir şeyin ihtimal kat sayısını, sıfırdan bile enkaz sayılırdı bu.
Aradı da...
İşte bir tek bu an söylediğim şeyler net değil. Lânet olsun diyerek cümleye başlamam net, ilk defa birine güvenmiş olmama dediğim an net, ellerimin titrerken telefonu kırmak ister gibi sıkması net, önümde el ele yürüyen arkadaşlarımın aşk dolu anlarını bozmuş olmam kesin, "Allah kahretsin" diyerek arkadaşımın yaptığım şeyi fark etmesi net ve ortaya şöyle bir cümle çıkıyor:
"Lanet olsun sana inanmış olmama da yaşadığım hayal kırıklığına da lanet olsun,sana tek diyebileceğim bu."
Sonrası elimden alınan bir telefon, aylardır biriken deniz tuzlarının arkadaşımın ceketinde yaptığı yol.
"Onu seviyormuş, ileriye dönükmüş."  Bu cümleyi milyon defa tekrarlamak, inanmamış gibi. Kulağımın dibinde koşarak
 gelen başka bir arkadaşım yine dildeki pelesenk olan cümle "Allah kahretsin, nasıl izin verirsiniz, Allah kahretsin."

MAVİYEŞİLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin