Uyandığımdam halsiz bir şekilde odamdaki banyoya girdim. Evet odamdaki banyoya.
Zenginiz tabi olum.
Başıma yeni gelin evine yayılan kaynana gibi bir ağrı yayılmıştı ve o kaynana sürekli cırlıyordu.
Üstelik üşüyordum ve bundan ateşim olduğunu çıkarabiliyordum. Ne kadar akıllım ama!
Bu sabah Selma Hanım ve Vedat Bey 1 hafta sürmek üzere iş dolayısıyla şehirdışına çıkmışlardı.
Dün en sonunda bir türde karar vermiştik ve bu türün komedi olmasıda ayrı bir ironiydi.
Demir'den öğrendiğime göre Güneş amcasında kalıyormuş. Önceden ailesi ile İzmir'de yaşıyormuş. Güneş üniversiteyi burada okumak istediğinden alışmak için erken gelmiş. Ailesi işleri dolayısıyla İzmir'den gelmemiş. Birde erkek kardeşi varmış Kerem adında.
Ha birde Güneş bizim okula kaydını yaptırmıştı ve aynı sınıftaydık.
Başımdaki ağrıyı yok sayarak banyoya girdim ve güzel bir duş alıp üstümü giydim. Baks banili -yazar yazılışını bilmiyor sallayın- çorabımı ayağıma geçirdiğim anda telefonumun çalması bir oldu.
Güneş'in aradığını görünce beni biraz meşgul biri sansın diye biraz bekleyip öyle açtım telefonumu. Hadi ama herkes bunu bir kerede olsa yapmıştır.
"Hadi ama sarışın iki
saattir bekliyorum burda." Bana günaydın bile demeden hafif sitem dolu sese görmesede kaşlarımı çattım.
"Demir nerde?" diye sordum söediklerinde sadece bekliyorum kelimesine takılarak.
"Ailesel bir sorunu çıktı o bugün gelemiyor." demesi ile kaşların sanki mümkünmüş gibi dahada çatıldı. Neden bana söylememişti? Bana söylemediyse neden Güneş'e söylemişti?
"Peki, geliyorum" diyerek aşağı indim.
Güneş çoktan bisikletine binmiş beklerken ben de bisikletimi almaya gittim. Arkadan,
"Çabuk ol ilk günümden geç kalmak istemiyorum." diye bağırdını duymuştum.
Mız mız şey!
Yolda sanki yarış yapar gibi bir o öne bir ben öne geçmiştik. İyi kullanıyordu bisikleti şebelek.
Ilk önce o olula varınca havalı bir şeklide bisikletten indi ve daha yeni gelmiş olan bana baktı. Sonra sırıttı ve ben kazandım dercesine göz kırptı.
Ne kadar tatlı gözüksede umursamadığımı belli etmek istercesine göz devirdim ve ben de bisikletten indim.
Sınıfa doğru yürümeye başladığımda onun da arkamdan geldiğinil biliyordum. Bana muhtaçsın jojuk. Zuhahahahaha.
Başımdaki ağrı şuan neredeyse yoktu ve bu ateşimin düştüğünü anlamamı sağlıyordu.
Sınıfa girdiğimizde geç kaldığımızı öğretmenin sınıfta olmasından anlamıştım. Biliyorum biliyorum adeta beyin fıcırtıyorum. Evet fıcırtıyorum.
Ben sessizce arka köşedeki yerime otururken Güneş önümdeki sıraya - Ezgi' nin yanına- oturdu. Öğretmen de zaten sınıfa yeni biri gekmiş veya şu kişi sınıfa geç kalmış umursamıyordu.
Ezgi her erkeğe asılan bir tipti. Bu da beni ondan hoşlanmamaya sürüklüyordu. Zaten o da benden hoşanmıyordu.
Ben bir kere sevmek istiyordum. Kitaplara değer bir sevgimiz olsun istiyordum. Çok sevmek, çok sevilmek istiyordum. Kıskanılmak istiyordum mesela. Gözlerime bakarken gözleri gülen bir insan istiyordum. Gözlerine bakarken gözlerimin gülmesini istiyordum.
E birazda yakışıklı olsundu yani.
Düşüncelerimden sıyrılarak kitabımı aldım ve okumaya başladım
Baklavası da olsun...
°°°°°°°°°°°
3. Derse kadar kitap okumuştum ve yeni aldığım kitabı bitirmiştim. Iki tenefüs boyuncada kızların Güneş'e yavşamasını izlemiştim. Ama kendisinin birkaç erkeğe doğru gittiğini görünce bu hareketini onaylamıştım. Aferin. Akıllı Güneş.
Başımın ağrısı 4. derse doğru daha çok artmıştı ve titrediğimi hissedebiliyordum.
Tenefüs zili çalınca kantine inmek üzere ayağa kalkmamla gözlerimin kararması bir oldu. Düşmemi engelleyen, belimde bir çift kol vardı ve bu kolların sahibi de Güneş'ti. Kaşları çatık bir şeklide bana baktı ve,
"İyi misin?" diye sordu. Vaay nazik bey.
Onu onaylarcasına bir mırıltı çıkardığımda kollarını belimden çekti.
Ardından ikinci adımımda gözlerimin karardi ve kendimi Güneş'in kollarında buldum.
En son " Çok üşüyorum" diyen beni ve bana endişeyle bakan bir çift gözü hatırlıyorum.