Eylül ter içinde fırladı koltuktan. Gördüğü kabustu. Koltukta uyuya kalmış. Hemen hemen her gün gördüğü kâbuslara bir yenisi daha eklenmişti. Saate baktı. Bir saat falan uyumuştu. Kalkıp odasına gitti. Üstünü çıkarıp duş almak için banyonun yolunu tuttu. Çünkü gördüğü kâbustan dolayı ter içinde kalmıştı.
Duş alıp odasına çıktı. Üstünü giymeden bornozuyla yatağına uzandı. Aklına bir an için Ferit gelmişti. Tam iki hafta olmuştu. "Denizlerin efendisi ha" deyip gülümsemeye başladı. Tekrar o yere gitmeye karar verdi. Hızlıca bornozunu üzerinden atıp kıyafetlerini giydi. Fazla zaman kaybetmek istemiyordu. Saatin erken olması onun için bir avantajdı.
Yarım saatlik yolculuktan sonra Feritle oturduğu yere ulaştı ama ortada kimsecikler yoktu. "Erken mi geldim acaba" diyerek yağmurda sığındığı kafeye doğru yürüdü. Tahminen bir saat falan oturmuştu. "Şimdiye kadar gelmiş olması gerekiyor" diye mırıldandı. Kalkıp sahile doğru yürümeye başladı. Hava iyice kararmıştı. Sahile yaklaştıkça biraz daha heyecanlanmıştı. İçinde biraz da korku ve endişe vardı. "Ya yoksa" diye düşünmeye başladı. Biraz daha yürüdükten sonra banka ulaşmıştı. Korktuğu başına gelmemişti. Denizlerin efendisi diye tabir ettiği kişi, Ferit orada oturuyordu. Eylül'ün yüzünde bir an için güller açmıştı sanki. Kendisine yapılan şeyin aynısını yapmaya karar verdi. İleride kahve satan seyyara yaklaşıp "iki tane kahve alabilir miyim" dedi. Kahveleri alıp Ferit'in oturduğu bank'a oturdu. Ferit'in yüzüne bile bakmadan; "al bakalım, kahvesiz izleyince tadı çıkmıyor. Kendimden biliyorum." Ferit bu davetsiz misafiri beklemediği için çok şaşırmıştı. "Sen" dedi şaşkın bir şekilde.
- Ne o başkasını mı bekliyordun?
- Hayır da çok büyük sürpriz oldu benim için, seni bir daha göremeyeceğimi düşünüyordum kızıl kafa.
- Kızıl kafa mı?
- Hııı beğenemedin mi?
- Kızıl kafa nedir ya, Eylül benim adım.
- Geçen defa çok şey anlattın. O kadar şeyin içine adını sığdıramadığın için kızıl kafa koydum adını.
Yaklaşık bir saat falan oturmuşlardı. Eylül, Ferit'i daha yakından tanımak için sürekli sorular soruyordu.
- Kimsin sen?
- Geçen defa sormuştun ve bende gerekli açıklamayı yapmıştım. Ne tez unuttun.
- Hayır tabiki de unutmadım ama nesin, ne iş yapıyorsun? Neden buraya geliyorsun?
- Bilmem buraya gelmemin özel bir nedeni yok aslında. Kendimi iyi hissediyorum sadece.
- Ne iş yapıyorsun demiştim
- Ne iş yaptığım konusunda hiç bir fikrim yok. Sadece boş zamanlarımı burada oturarak geçiriyorum.
- Ailen?
- Babam epey varlıklı bir aileden olduğu için pek yüzünü göremem. Zamanını ailesinden çok, kumar masalarında geçirir. Annem kişilikli bir kadın. Mükemmel bir ahlâğa sahip ama bir o kadar da mutsuz. Erdemlerinin yükü altında eziliyor, kendisine ve çevresindekilere hayata zindan ediyor. Yani anlayacağın bana ayıracak zamanları yok. Ben de bu yüzden sık sık buraya gelir, dertlerimi denize anlatırım, o da beni dinler. Hep benden konuştuk biraz da sen anlat.
- Ben üniversite ikinci sınıf öğrencisiyim. Üç yıl önce babamı kaybettim. Aslında şu an ki okuduğum bölümü istemesem de, babam hep avukat olmamı isterdi. O göremese de isteğini yerine getirmek için avukat olacağım. Annemle ise çok fazla görüşmeyiz. Maddi konularda yanımda olsa da, manevi desteğine hiç şahit olmadım. Arada bir yanıma gelir, bazen de ben ona giderim. Hepsi bundan ibaret.
- Benden aşağı kalır yanın yokmuş.
- Ee yani. O elindeki ne?
- Bu mu? Not defteri.
- Şiir mi yazıyorsun?
- Roman yazmaya çalışıyorum. Bir nevi senaryo yazıyorum diyelim.
- Vay yazarsın öyle mi?
- Pek yazabildiğim söylenemez. Kendimce bir şeyler yapmaya çalışıyorum.
- Siz yazarların da işi çok zor. Başınızdan geçmeyen, yaşamadığınız bir olayı yazmak bambaşka bir duygu olsa gerek. Kaleminin zorlandığı yerler oluyor mu hiç?
- Dediğim gibi pek yazabildiğim söylenemediği için bu sorunuza cevap veremeyeceğim bayan.
- Peki beyefendi sizi daha fazla terletmek istemiyorum.
- Sorularınız bittiyse eğer kalkalım mı? Çünkü çok acıktım ben.
- Bir düşünelim bakalım.
- Sen düşünmeye devam et. Ben gidiyorum. Biraz daha oturursak açlıktan seni bile yiyebilirim. Böyle barbar biri olmamı istemezsin herhalde.
Ferit, Eylül'ün cevabını beklemeden kalkıp gidiyordu ki bir el girdi kollarına; "tamam teklifinizi kabul ediyorum bayım."
Bir saat süren yemeğin ardından ayrıldılar. Eve ulaştığında saat 23.00'ı gösteriyordu. Uzun zaman sonra ilk defa böyle huzurlu bir gün geçirmişti. Tabi bunda Ferit'in payı çok fazlaydı. Üzerini değiştirmek, rahat bir şeyler giymek için odasına çıktı. Dolabından pijamalarını çıkarmak için hamle yaptığı sırada ayaklarının önüne bir defter düştü. Bu babasının ölmeden önce Eylül'e hediye ettiği günlüktü. Babası öldükten sonra hiç bir şey yazmamıştı. Eğilip aldı günlüğü. Yatağa oturup sayfaları karıştırmaya başladı. Yazdığı bütün cümleleri okumaya başladı. Satır satır, hece hece.
...