Kısa bir tanıtım bölümü. İyi okumalar!
Kapı sesiyle irkildim.
Oturduğum koltuktan hızlıca kalkıp elbisemi düzelttim. Bir akım, parmak uçlarımdan kirpiklerime kadar ilerlerken hafifçe titredim. Çenemi dikleştirdim. Ona, kendime güvendiğimi göstermek istiyordum fakat karnıma giren sancı bana hiç yardımcı olmuyordu.
Adım sesleri yankılanıp kulaklarıma dolduğunda gözlerimi yerden kaldırdım. Kalbim korkuyla daha hızlı kan pompalamaya başlamıştı.
Bir şeyler mırıldanarak odaya girdi. Odanın diğer ucunda olmama rağmen kokusu hemen burnuma nüfuz edip beynimi uyardı. Sabit bir ifadeyle onu baştan ayağa süzdüm.
Kıyafetleri dağılmıştı. Pantolonu belinden düşmek için can atıyordu, ceketi ise çoktan yerde bulmuştu kendini. Teninin beyazlığı, siyah zemine yansıyarak güzel bir resim oluşturuyordu. Pembe dudaklarını birbirine bastırıp alaylı bir tebessüm ile bana baktı. Gözlerim, koyu gözleriyle buluştuğunda kuruyan boğazımı ıslatmak için yavaşça yutkundum.
Konuşmam gerekiyordu. Eğer onu izlemeye biraz daha devam edersem, bu girişimim de başarısız olacaktı.
"Baek-"
"Sus." Gözlerini kısarak birkaç adım attı. Tek kelimesi, içimdeki cesaretin yarısını öldürmüştü.
Aniden, kalbimi hissedemez olmuştum. Az önce karnımda yavaş yavaş filizlenen korku, şimdi kocaman bir çınar haline gelmişti.
Aramızda bir nefeslik mesafe kaldığında durdu. Boyum oldukça kısa olduğu için başımı kaldırmak zorunda kaldım. O da eğilmiş, siyah saçları alnına düşmüştü. Parmakları belimi sardığında içimde bir şeylerin ezildiğini ve çığlık atmaya başladığını duyar gibi oldum. Diğer elini yanağıma değdirdikten sonra pembe saçlarımdan bir tutamı yakalayıp bekledi.
"Pamuk şekeri," diye mırıldandı.
"Ben-"
"Sana sus dedim." Kaşlarını çatmış, gözlerime sertçe bakıyordu. Cesaretim şimdi de tamamen yok olmuştu.
Elini saçımdan çektiğinde, dudaklarımdan titrek bir nefes kaçtı.
"Korkuyor musun Younha?" diye sordu belimi daha sıkı kavrarken.
Midem ağzımdaydı ve aldığım nefes ciğerlerimi parçalar olmuştu. Ara sıra gözlerim bile kararıyordu.
Sıcaklığı korkutucu bir biçimde bedenimi sarmıştı. Vücut ısısına göre, kalbi oldukça soğuktu. Gerçi, kalbi olup olmadığından emin değildim. Geri çekilmeye çalıştığımda beni çekip kendine bastırdı.
"Korkma."
Uzanıp bileğimi tuttu. Havaya kaldırdığı kolumdaki kesiğe göz ucuyla baktım. Acısını çoktan unutmuştum fakat kanamaya devam ediyordu.
Birden, evin kapısının çaldığını işittim. Birisi ya da birileri var gücüyle kapıyı yumrukluyordu.
Dışarıdan "Baekhyun!" diye seslenen arkadaşları, geri çekilmesine sebep oldu. Yine de eli hala bileğimdeydi, kolumu havada kalmaya zorluyordu.
Baekhyun, dönüp ondan duyduğum en sevecen tavırla "Geliyorum!" diye seslendi. Çehresine yerleşen çocuksuluk onu hiç olmadığı kadar masum gösteriyordu. Güldüğünde beyaz dişleri, gözleri kadar ışıldıyordu.
Bana asla gülmezdi.
Yeniden bana baktığında yüzündeki gülümseme ve gözlerindeki ışıltı silinmişti. Bakışı aylarca rüyalarımın ana teması olabilecek kadar ürkütücüydü. Bileğimi canımı yakmaktan öte, beni öldürmek istercesine sıktı. Kolumu iyice kaldırıp dudaklarına götürdü ve dilinin ucunu kesiğe değdirdi. Bunu, göz temasımızı bozmadan yapmasaydı yaramın sızladığını hissedebilirdim.
Elimi savurarak bıraktı. Arkadaşlarıyla buluşmak üzere kapıya yöneldi. Döndüğünde burada olacağımı biliyordu, başka şansım yoktu. Bana beklememi söylemesine gerek bile yoktu fakat odanın kapısına vardığında durdu ve yeniden bana baktı. İşte, çıkarken de girdiğindeki gibi alayla gülümsüyordu. Tehlikeli bakışlarını vücudumun her santiminde gezdirdikten sonra dilini dişlerine sürttü.
"Bana canavar diyebilirsin."