Baekhyun'un öfkeyle alevlenen gözleri aniden küle dönüştü. Az önce bana nefretle baktığını fark etmiştim ama hemen sonra yüzüne sevimli bir ifade yerleşti. Hayretle birkaç saniye suratına öylece baktım.
"Chanyeol," dedi bir kez daha ama bu defa sesi çok daha yumuşaktı. "Geç kalıyoruz, hadi gidelim."
Chanyeol, hevesle başını sallayıp gülümsedi. Gitmeden önce yeniden bakışlarını bana çevirdi.
"Seninle daha sonra görüşürüz," dedi sevecen bir biçimde.
Yine hayrete düşerek "Benimle mi?" diye sordum.
Chanyeol, bana cevap vermeyi reddederek güldü ve Baekhyun'un yanındaki yerini aldı.
"Çok tatlı değil mi?" diye sordu Baekhyun'a.
Baekhyun'un sevimli suratına içinde şiddet, işkence ve cinayet barındıran büyük bir gülümseme yerleşti.
"Ya, çok tatlı..." diye mırıldandığını duydum.
Hemen ardından başka bir şey söylemeden gittiler. Gitmeden önce Baekhyun bana nefesimi gerçek anlamda kesmek istediğini belirten bakışlarından bir tanesini yollamak istemişti ama yerleri paspaslıyormuş gibi yaparak kafamı çevirmiştim.
Günün geri kalanını onun olabileceği yerlerden köşe bucak kaçarak geçirdim. Beni görmek istemediğinin farkındaydım, bunu sabah beni evinden kovarken oldukça uygun bir dille belirtmişti.
'Kaybol'
Sıkıntıyla iç geçirdim. Ondan uzak durmam gerektiğinin farkındaydım. Yani... en azından otuzuma kadar yaşamak istiyorsam uzak durmalıydım. Yeterince açık konuşmuştu. Beni bir daha görmek istemiyordu ve ayak altında dolaşmasam iyi olurdu.
Sanırım sözleri kalbimi tahmin ettiğimden fazla kırmıştı. Onun yanında bir değerimin olmadığının farkındaydım. Kim olduğumu, ne olduğumu iyi biliyordum fakat daha önce bu kadar aşağılanmamıştım, hem de böylesine ünlü biri tarafından.
Başımı deli gibi birkaç defa salladım. Saatler geçmişti ve ölesiye yorgundum. Etrafta neredeyse kimse kalmamıştı, artık gitme zamanıydı. Zaten yeterince çalışmıştım bir de beynimi böyle aptalca bir şeyle meşgul etmek istemiyordum.
Çantamı kapıp yalnızlığımda kaybolduğum evimin yolunu tuttum.
***
Sabah, bir önceki günden farklı olarak işe 6'da gidip erkenden çalışmaya başladım. Bu defa Jae-Hwa'nın gelip beni azarlamasını, o tombul parmağını suratıma bir bıçakmış gibi savurmasını istemiyordum.
Yanına en çok yakıştığım şey olan paspas sapını sıkıca kavrayıp girişi temizlemeye koyuldum. İlk olarak burayı temizleyecektim çünkü bugün Baekhyun ile burun buruna gelip zavallılığım ile onu sinirlendirmekten korkuyordum. Ya da tiksindirmekten.
Sabah sabah şekerlemelerle tıka basa doldurduğum midemin beslenme şeklime ettiği isyana aldırmadan en az bir süper kahraman hızında işimi bitirdim. Neredeyse kendimden hoşnut bir tavırla merdivenlere yönelmiştim ki adımın bir çırpıda söylenmesi beni durdurdu.
"Younha!"
Kanım çekilmiş gibi hissederek olduğum yerde yavaşça arkamı döndüm. İşimi erken hallettiğimi sanıyordum. Belki de Park Chanyeol'un erken gelesi tutmuştu.
Ama adımı biliyordu. Az önce bana seslenmişti.
"Günaydın," dedi bir iki adımda yanıma ulaşmayı başarırken. Boyu uzun olduğu için adımları da benimkilerden kat be kat büyüktü. Kafasında ona küçük gelmiş gibi duran siyah bir şapka vardı.