Alnımdaki boncuk boncuk teri kolumla sildim. İçerisi fazlasıyla sıcaktı ve insanların devamlı koşuşturması ısıyı daha da artıyordu. Yine de şanslıydım, işimi seviyordum.Kollarıma bırakılan bir yığın kıyafetle paytak paytak ilerledim. Solumdaki kapıyı ayağımla aralayıp içeri girdim. Kıyafetleri askılara yerleştirirken hem özenli hem de hızlı olmaya çalışıyordum. Ben bir askıyı bitirir bitirmez, birisi gelip onları alıyor ve aceleyle götürüyordu. İşimi kıyafet astığım için değil, önemli insanları yakından görebildiğim için seviyordum. Yani, en azından benim için önemli olan insanları.
Aniden başıma atılan ceketi çekip, kapıya yaslanmış, beklemekte olan bedene baktım.
"Bu yanlış olmuş," dedi ciddi bir ifadeyle beni süzerken.
Telaşla etrafıma baktım. Az önce astığım ceketleri hızla karıştırdım.
Onu daha önce birçok kez görmüştüm fakat hala elim ayağıma dolanıyordu. Hatta onunla tam üç defa birlikte olmuştum.Gri bir ceketi çıkarıp ona uzattım. Mavi lens taktığı gözlerini bana dikmişti, saçları özenle yapılmıştı ve cildi, dişleri gibi parlıyordu.
"Siyah olacaktı," dedi neredeyse bağırarak.
Sıçramamak için kendimi kasarak yeniden kıyafetlere gömüldüm. Bu defa siyah, üzerinde gümüş detaylar olan bir ceket çıkardım.
Yeniden ona uzattığımda, ceketi elimden sertçe çekip aldı. Bakışları boştu ve bu iyiydi. Çünkü genelde bana, beni öldürecek gibi bakardı. Odadan çıktığında kokusunu geride bırakmıştı. Derin bir nefes alıp yeniden işe koyuldum.
Onunla neden birlikte olduğumu ya da ona neden bana iyi davranmasını söyleyemediğimi bilmiyordum. Beni korkutuyordu. Kendimi sürekli o ne istiyorsa, onu yaparken buluyordum. Kime isterse, ona sahip olabileceğini biliyordum. Sanırım bunun bilincinde olduğum için, ona hemen boyun eğiyordum. Halbuki bana davranışından nefret ediyordum. Sadece bana değil, arkadaşları dışındaki herkese olan davranışından nefret ediyordum, tıpkı onun benden ettiği gibi.
O, bazı konularda çok titizdi. Benimle birlikte olmuştu çünkü dikkat çekmediğimi biliyordu. Sahne arkasında görevli olduğum ve kıyafetleri ayarladığım için her yere rahatça girip çıkabiliyordum. O da kolayca bundan yararlanmıştı. Sessizce hareket etmeyi seviyordu, yakalanmaktan hoşlanmıyordu. Aramızdakilerin sır olarak kalacağını bana uygun bir dille anlattıktan sonra bir hafta konuşma yetimi kaybetmiştim. Gerçi konuşmak benim için hiçbir zaman kolay olmamıştı. Belki de bu yüzden beni seçmişti, beni kolayca susturabilirdi.
İşimi bitirip odadan çıktığımda sahnede onlar vardı, bunu çığlıklardan kolayca kavrayabiliyordum aslında. Performansları boyunca gözlerimi kapatıp duvara yaslandım. Onları izlediğim için paranoya olup herkesin anlayacağını düşünmesini istemiyordum. Bu onu çıldırtıyordu ve çıldırdığında normalde olduğundan çok daha tehlikeli bir hale bürünüyordu.
Onlardan sonra sahneye çıkacak grup bir araya gelip hazırlanırken, onlar da içeriye girmişti. Kalabalık beraberinde ufak bir karmaşayı getirmişti. Baekhyun, bu karmaşadan hemen yararlanıp beni bir odaya çekti. Kolumu kabaca kavrayan ince beyaz parmaklarına bir süre öylece baktım. Yüzüne döndüğümde ise, biraz önce yapılı olan saçlarının dağıldığını, göğsünün hızlıca inip kalktığını ve ter içinde kaldığını gördüm. Savaşa girip çıkmış gibiydi.
Elini kolumdan çekip, açık pembe saçlarıma daldırdı.
"Canım ne istiyor, biliyor musun Younha?" diye sordu hırıltılı bir tonla.
Nefesimi tutup gözlerine baktım. Lensleri, gözlerindeki akımı gizleyemiyordu.
"Pamuk şekeri..."
Kaşlarımı kaldırdım. Saçlarımı bıraktığında bir iki adım uzaklaştım.
"Bulmaya çalışacağım," dedim tuttuğum nefesimi bırakırken.
"Aish!" Yüzünü buruşturup bana, beni aşağılar gibi baktı. Yaklaşıp az önce açtığım mesafeyi bir anda yok etti. Burnu burnuma değmek üzerdeydi, kalbim kaburgamın içerisinde onun gibi dans ediyordu.
"Gece," dedi sıkıntılı bir biçimde. "Eve gel."
Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Kaşları çatılmıştı, biraz daha aptallık edersem katlanamayacaktı. Onunla son birlikte oluşumuzun üzerinden 1 ay geçmişti, beni bir daha çağırmayacağını düşünmüştüm. O yüzden şaşkındım.
Ben cevap veremeden "Dikkatli davran," diye ekledi.
"Tamam," dememe fırsat bile vermemişti çünkü söylediği şey istek değil, bir emirdi. Bir an için ağzımı açıp ona "Hayır," demek istedim. Üstelik ona kim olduğunu düşündüğü hakkında bir nutuk çekmeyi dahi düşündüm fakat kim olduğu gayet açık ve netti. O böyleydi, yapısı buydu. Tabi, arkadaşlarına karşı farklıydı.
Odadan çıkıp gittiğinde bir süre bekledim. Söylediği gibi dikkatli olmaya çalışıyordum.
***
Emin adımların aksine neredeyse sürünerek merdivenleri çıkıp kapıyı hafifçe vurdum. Bacaklarım sanki beni daha fazla taşıyamayacak gibiydi. Evet, yorgundum ve saat gecenin üçüydü. Yine de güçsüzlüğümün sebebi bu değildi, korkuydu. Cesaretim kırıldıkça zayıflıyordum.
Kilit sesini duyduğumda derin bir nefes aldım. Kapı yavaşça açıldı, Baekhyun içeriden bana kızgın bir biçimde bakıyordu. Gözlerimi gözlerinden çekmeden içeriye girdim. Kapıyı sertçe çarptıktan sonra yeniden kilitledi.
Sweatshirt'ümün şapkasını indirip toparlanmaya çalıştım.
"Üzgünüm, eve uğramam gerekti. Geciktim."
Dönüp ellerini omuzlarıma yerleştirdi. Bir şey söyleyeceğini düşündüğüm sırada beni sertçe duvara yapıştırdı. Lenslerini çıkarmıştı, koyu gözleri kanlanmıştı. Saçları ıslaktı, kokusundan duştan çıktığını anlıyordum. Şeker gibi kokuyordu.
"Saat kaç, Younha?" diye sordu sertçe.
Yavaşça yutkundum. Omuzlarım ve kollarım sızlıyordu ama beni duvara ittiği için değil, beni tuttuğu için.
"Biliyorum, Baekhyun-"
"Uyuyor olmalıydım," diye kükredi aniden. "Yarın çalışmam gerek, bugün yeterince yoruldum. Ne kadar yoğun olduğumu biliyor musun?"
Gözlerimi kırpıştırdım. Sesini yükselttiğinde yüzüme üflediği nane kokulu nefesini görmezden gelmeye çalıştım.
"Üzgünüm," diye fısıldadım.
Kolumu tutup sıktığında istemsizce dudaklarımdan bir mırıltı yükseldi. Birkaç saniyeliğine gözlerimi sıkıca yumdum.
"Üzgün olman bir şey ifade etmiyor."
Yeniden ona bakmaya çekindiğim için ayaklarına bakıyordum. Belki de şimdi işini hızlıca halledip uyumak istiyordu.
"O halde..." dedim yavaşça. Başımı kaldırıp zar zor yüzüne baktım. "Şimdi hemen-"
Ne diyeceğimi anlamış gibi yüzünü buruşturdu. Çenemi kavrayıp başımı başka tarafa doğru savurdu, sanki ona bakmamı istemiyordu.
"Hayır," dedi soğukça.
Arkasını dönüp ilerlemeye başladı.
"Sana ayıracak ne zamanım ne de gücüm var."