Baekhyun, merdivenlerden çıkıp odasına girdikten sonra yaklaşık 10 dakika boyunca sessizce kapıyla boğuşmuştum.
Fakat kapı kilitliydi ve anahtar görünürlerde yoktu. Şaşkınca birkaç defa etrafımda döndüm. Yukarı çıkıp anahtarı isteyemiyordum çünkü beni öldürmesinden korkuyordum. Kalmama kızacağından da şüphem yoktu. Tehlikeli bir ikilemin arasında durup derin bir nefes koyverdim.Ne de olsa sabah olmasına az kalmıştı. Bir iki saat kapının başında dikilirdim, o uyandığında da anahtarı alıp toz olurdum. Yere oturup sırtımı duvara yasladım. Cebimden çıkardığım telefonum ile bir süre oyalandım.
Aslında yorgundum, gün boyu oradan oraya koşuşturuyordum ve yarın yine yorulacaktım, sürekli ayak işleri yapıyordum. Biraz olsun uyumaya çok ihtiyacım vardı ama aptallık edip buraya gelmiştim. Üstelik onun geç kaldığım için bana kızacağını bile bile...Başımı duvara yaslayıp onun neden bu kadar kaba olduğunu milyonuncu kez düşündüm. Evet, egoist olmasını zaten bekliyordum. Sonuçta, dışarıda onun için deliren sayamadığım kadar çok kız vardı. Kaprisli de olabilirdi, şımarık, haylaz, vurdumduymaz ve daha bir sürü şey olabilirdi ama bu kadar kaba olması... Sanki kalbinin olduğu yerde hiçbir şey yokmuş gibi davranması, hiç olmadı acıma duygusu bile olmaması beni delirtiyordu.
Göz kapaklarımın iyice ağırlaştığını hissettiğimde telefonumu yeniden cebime atıp biraz olsun dinlenebilmek için gözlerimi yumdum.
Aradan ne kadar vakit geçti bilmiyordum, gelen tıkırtılarla ayılıp etrafıma baktım. Baekhyun, üzerinde sadece gri bir eşofman ile aşağıya inmişti. Uyuklarken açılmış ağzımı kapayıp hızlıca ayağa kalktım.
Gözlerimi yarı çıplak bedeni üzerinde gezdirmemeye çalıştım, daha çok, koyu ama ışıl ışıl gözlerine odaklandım.
"Cidden mi?" diye sordu alayla kaşlarını kaldırırken.
Yavaşça yutkundum.
"Uyumaya çıkmıştın, rahatsız etmek istemedim ama anahtar yoktu ve ben de-""Hayır," dedi neredeyse gözlerini devirerek. "Yarım saat geçmeden uyuyakalmanı diyorum. Benim çalıştığım kadar çalışmıyorsun bile."
Yanıt olarak dudaklarımdan sadece bir "Ah," sesi yükselmişti. Onu onaylayamadım ama bir şey söylemek istemiyordum.
"Anahtarı alabilir miyim?" diye sordum elimden geldiğince kibar bir biçimde.
O ise ona küfür etmişim gibi anında kaşlarını çatıp bana öfkesinin somut hale getirdiği alevli gözleriyle baktı.
"Hayır!" diye bağırdı.
Sıçrayıp yeniden olduğum yere sindim.
Derin bir iç çekip beni bezgin bir biçimde süzdü. Eminim bu saate kadar ayakta kaldığı için gırtlağımı sökmek istiyordu. Yine de cinayet işleyemeyecek kadar ünlüydü, bu beni rahatlatıyordu. Ya da cinayet işleyebilecek kadar mı ünlüydü? Evet, yapardı sonra herkes bunun üzerini kapatırdı. Zaten kimse beni merak etmezdi.
"Aish! Aptal mısın!"
Bir kez daha sıçrayıp ona baktım.
"Dediğimi duymuyor musun?" diye sordu hırsla. "Yukarı çık diyorum, Younha!"
"Şimdi mi?" diye sordum telaşla. "Yorgun olduğunu sanıyordum."
Sinirle soludu, yanakları kızarmıştı.
"Hayır," diye kükredi tekrar. "Zaten iki üç saat uyuyabileceğim, sana da şimdi yukarı çıkıp uyumanı söylüyorum. Ben çıkmadan önce seni yollarım."