04

11 1 0
                                    

Bölüm 4: ALEV KIRMIZISI

Telefonumu kapattıktan bir hafta sonra alarmın iğrenç sesiyle uyandım. Bir haftadır duymaya alışık olmadığım ses, şimdi kulaklarımı gıcırdatıyor, beynimdeki karatahtalara uzun tırnaklarını geçiren kötü bir melodi olarak buğulu zihnimde fır dönüyordu. Uyku mahmurluğundan olsa gerek, bir an duyduğum şeyin rüyamın artıklarından olduğunu düşünüp kafamı umursamazca yastığa gömdüm ama ıslarla çalan alarm beni deli ediyordu. Rüya değil de kabus artığıymış gibi hissediyordum. Burnumdan bir nefes verip zorlukla gözlerimi araladım.

Tüm bu yeni uyanmış bulanık zihnime ve zar zor açık duran gözkapaklarıma rağmen emin bir şekilde hatırladığım bir şey vardı ki, o da Dodan Sâfa tam bir hafta öncesinde beni aptal mesajlarıyla delirttiği o gece telefonumu bir daha açmamak üzere kapattığımdı. Telefonumu kapattıysam, alarmı neden ötüyordu?

Ben açmadığıma göre başka birisi açmış olmalıydı. Ve paranoyak hislerim bana bu birisinin Dodan Sâfa olduğunu söyledi. Sanırım ilk defa haklılardı. Bu manyak adam evime mi girmişti?

Bir anda panikledim, üstümdeki kalın battaniyeyi kenara itip hızla yataktan doğruldum. Gözlerim kararınca geri yatağı boyladım ve öylece kaldım. Marifet düşmek değildi, düştüğünde yeniden ayağa kalkabilmekti. Her seferinde kalkmıştım. Dodan Sâfa beni yıkabilirdi, ama her seferinde kalkardım. Kalkacaktım.

Kendime kızdım. Aptal bir sapık için düştüğüm şu hâle bakıp kızdım kendime. Ne yapıyordum? Ne yaptığımı sanıyordum? Bir insan yüzünden ilk defa hayatımda istediğim şeyleri kısıtlıyordum ve şu işe bakın ki bu siktiğimin sapığıydı.

Derin bir nefes aldım. Yataktan yavaşça kalkıp banyoya girdim. Uyuşukluğumdan kurtulmak için yüzümü soğuk suyla birkaç kere yıkadım. Telefonum şifonyerin üstünde hala ötmeye devam ediyordu.

Bu kahrolasıca heriften nasıl kurtulacaktım?

Şakaklarımı ovarak odamın kapısına asılı ceketimin içinden vanilyalı djarumu çıkardım. Bazen, canım gerçekten sıkkın olduğunda bana iyi gelen tek şeydi sigara. Şifonyerdeki telefonumu alıp pencerenin kenarına gittim. Pencereyi açıp sigaramı yaktım. Ardından elimde bitmek bilmeyen o iğrenç melodiyi çalan telefonu susturup mesajlara baktım.

Aslında... Onu neden polise vermiyordum? Bir saniye, ben polislerden nefret ederim. Neden diye sormayın. Çok açık değil mi? Yıl 2017 ve kız da olsak erkek de, saat onbiri geçtiğinde dışarı çıkmaya korkuyoruz. Ama polisler bizi koruyor(!) Siktirin oradan. Madem polisler bizi koruyor, kadınlarımız neden tecavüze uğruyor, neden insanlar ölüyor? Yıl 2017 olmasına rağmen neden hala insan kaçakçılığı yapılarak fuhuş yapılıyor, madem polisler bizi koruyorsa?

Uzun lafın kısası, açık olmam gerekecekse, polisler devletin milletin gözünü boyamasından başka hiçbir şey değildi benim nezdimde. Bu yüzden, polise gitmem hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Kocası psikopat olan kadını bile geri çevirebilecek kadar da dar görüşlü olabiliyordu bazı polisler. Evet, önyargılıyım. Ve bu önyargıya ihtiyacım var, çünkü önceden yargılamamış olursam karşımdakinin kendi düşüncelerini bana empoze etmesine izin vermiş olurum.

Telefonuma dün gece üç mesaj gelmişti. Hepsinin de Dodan Sâfa'dan geldiğine dair iddiaya girebilirdim. Yanılmamıştım.

Dodan: Demek sana ulaşamamam için telefonunu kapattın? Bu, ölümün gibi. Kurtuluş olduğunu düşünüyorsun ama asıl her şey şimdi başlıyor.
Dodan: İnsanların düşündüğünün aksine ölümün alev kırmızısı olduğunu düşünüyorum. Tuhaf, değil mi? Kurtuluşunu beklerken seni cehennemin alevleri de bulabilir.
Dodan: Ölüm benden kurtulmana yetmeyecek, Parya. Çok daha güçlü bir şeye ihtiyacın var, benim gibi. Ama şu işe bak ki benden kurtulmak için benim olsan da, benimle tanıştıktan sonra bensiz yapamayacaksın.

Bu heriften nefret etmek istemiyordum ama bütün sinirlerimi ayağa dikiyor, bir kablosundan kaçak veren güçlü bir trafo gibi hissetmeme neden oluyordu. Cevapladım.

Parya: Peşimi bıraksan artık? Çünkü bu şey can sıkıcı olmaya başladı. Benim gibi sıradan bir kızın hayatını sikik bir film sahnesine çevirmene izin veremem, anlıyor musun? Bu yüzden izinsizce gelip girdiğin hayatımdan, aynı şekilde çık, tamam mı? Seninle uğraşamayacak kadar sıkıcı bir kızım.

Dibine geldiğim sigaranın izmaritini pencereden fırlatıp mesajı gönderdim. Cevabını merak etmiştim. Sanki hayatımdan çıkmayacağını söylese ona itiraz edemeyecekmiş gibi hissediyordum. Aslına bakılırsa, ona hiçbir konuda itiraz edemeyecekmiş gibi hissediyordum. Bu iç itirafım beni şaşkına çevirdi, sinirlendim, inkâr etmek istedim. Yönümü şaşırmış gibiydim. Ne yapacağımı bilemedim.

Mesajın gelmesini beklemeden, bir mesaj daha yazdım.

Parya: Haberin olsun, artık mesajlarına cevap vermeyeceğim. Hayatıma olması gerektiği gibi devam etmek için, anlarsın ya. Ne eksik ne fazla. Olması gereken hayatımda yazık ki sen yoksun. Kusura bakma.

Yutkunarak 'gönder' tuşuna bastım. Hayatımdan onu tamamıyla çıkarmıştım, rahatlamış hissetmem gerekmez miydi? Öyleyse bu içimdeki kalbimi mengene gibi sıkıştıran his de nesiydi? Yüzümü buruşturup derin bir nefes aldım. Sanırım bir sigaraya daha ihtiyacım olacaktı.

İkinci sigaramı yakarken kalbimdeki bu sıkışmanın sebebini sordum kendime. O olmamalıydı. Hayatımda insanlara yer yoktu. Olmamalıydı. Olamazdı. Onu hayatımdan çıkardığıma pişman olmayacaktım. Devam edecektim. Her zaman yaptığım gibi.

Telefonum titreştiğinde, mesajı okumamak için kendimi zorladım, dişlerimi sıktım, telefonu camın pervazına bırakıp unutmaya çalıştım. Onu umursama, onu umursama, mesaj atmadı, telefonunda mesaj yok. Lanet olsun ki bu işe yaramıyordu. Telefonu açıp mesajlara baktım.

Dodan: Kendini kasma Parya, sadece bırak ne olacaksa olsun, tamam mı? Bana bir şans ver, bunu boşa çıkarmayacağım.
Parya: Lanet olsun, sadece dediğimi yapsan? Ben böyle mutluyum, akışına bırakmak istemiyorum.

Evet, akışına bıraktığımda her zaman bir anafora yakalanıp hiç istemediğim yerlere sürükleniyordum. Yıllar önce tanrının dahi unuttuğu bir yerde, kapkaranlık yıldızsız bir gecede her şeyi akışına bırakmış, o kahrolası küçük boku almıştım. Ve sabah bir çöp tenekesinin içine uyanmıştım. Bacaklarım kan içindeydi, çırılçıplaktım ve kasıklarım ağrıyordu. Yağmur yağıyordu, pis kokuyordum ve üşüyordum. O zamanlar tecavüze uğradığımı anlamamıştım. Sadece annemin yakın zamanda anlattığı gibi adet olduğumu düşünmüş, gece hapını aldığım adamın ise beni soyup çöpe attığını sanmıştım.

Gerçeği o kahrolası polisler beni bulduğunda öğrenmiştim. İnsafsızca bana defalarca, acımadan tecavüz edip, düzgün bir hale soktuktan sonra eve yollamışlar, polise haber verirsem benim ve ailemin peşini asla bırakmayacaklarını söylemişti.

Keşke, diyorum. Keşke o zamanlar bu aklım olsaydı. Hak ettiklerini kendi ellerimle verirdim o şerefsizlere. Polislerden nefret etmemin bir başka nedeniydi bu da.

Dodan: Akışına bırakma öyleyse, sadece bana bırak. İtiraz etme. Zaten kayıpsın. Seni bulmama izin ver.
Parya: Sen önce kendini bul be adam.
Parya: Sen yokmuşsun gibi, hiç hayatıma girmemişsin gibi yaşamak istiyorum artık.
Dodan: Kayıp ruhlar birbirini inkâr eder zaten, kânun bu.
Parya: Ben seni inkâr etmiyorum.
Dodan: Şu sözünle, beni inkâr ettiğini bile inkâr ediyorsun. Ama dediğim gibi, bu bir kânun, kayıp ruhlar birbirini inkâr eder.
Dodan: Ama bir şey söyleyeyim mi, şu an elinde tuttuğun telefonun varlığını bile inkâr edebilirsin ama senin gerçek kurtuluşun olduğumu inkâr edemezsin. Edemeyeceksin.
Dodan: Çünkü senin yolun benim, ve sen beni elbet bulacaksın.

KAYIPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin