05

12 0 0
                                    

Bölüm 5: YOL

"Senin yolun benim." Cümlesi, aptalcaydı. Bu adam kendini ne sanıyordu da benim kurtuluşum olabileceğini düşünüyordu? Beni delirtecekti.

Bir haftadır ondan başka hiçbir şeyi düşünemiyordum. Bir haftadır telefonunu yanından ayırmayan o ergen kızlar gibiydim. Ve bu, tahmin ettiğimden çok daha sinir bozucuydu.

Öğretmeni umursamadan telefonu açıp kontrol ettim. Bu sırada mesaj gelmişti.

Dodan: Derste telefon ha? Pek disiplinli bir öğrenci değilsin.

Senin yüzünden be adam, diyemedim. Sadece bir hafta olmuştu ama hakaretlerine rağmen beni kendine, mesajlarına alıştırmaya başlamıştı.

"Parya, tahtadaki soruyu çözer misin?" Fizik öğretmeni Jale Hanım'ın sinirli bakışları telefonumdaydı. Kadın haklıydı sinirlenmekte. Derslerinde hep uyuyordum, bu sefer uyumamıştım ama elimde telefon vardı. Yine de böyle ezikleyici bir ses tonu kullanması sinirlerimi bozmuştu.

Sinir bozucu gülümsememle tahtanın yanında duran beyaz tebeşiri aldım. Sanırsam zor bir soru yazdığını düşünüyor, tatmin olmuşçasına beni izliyordu.

Ağır tebeşir darbeleriyle hiç takılmadan soruyu çözerken yüzünün alacağı ifadeyi merak ediyordum. Tebeşiri yerine koyup Jale Hanım'a döndüm. Bozulmuş surat ifadesi renkten renge giriyordu. "Oturabilirsin. Telefonunu da kaldırmanı rica ederim. Yoksa ailenle konuşmam gerekebilir."

Fazla ve gereksiz olan kibarlığını es geçip sıranın altına yapıştırdığım sakızımı ağzıma attım. "Sizi umursarlarsa konuşabilirsiniz, Jale Hanım. Ancak uyarmalıyım, öz kızlarını bile dinlemeyen ebeveynler, hiç umursamadıkları o öz kızlarının aptal öğretmenine kulak asmayacaklardır." Kırmızıdan mora dönen yüzü ve sinirden kabarmış kızıl saçlarıyla tamamiyle rezil bir haldeydi. Sınıfın artık onu 'öğretmen' statüsüne koymayacağı bir söz söylemiştim. Sınıf da, öğretmen de umrumda değildi. Masumluğum yıllar önce bozulmuş, pamuk ipliğine bağlı hayallerim paramparça olmuştu. Hayal yoksa umut da yoktu. Benim için umut denilen şey, beni bugün buraya getiren o kahrolası gece ölmüştü.

En ağır ithamlara maruz kaldığımda hayalkırıklığı yaşamadım, umutkırıklığı hiç yaşamadım. Hayalkırıklığı yoktu, çünkü hayalkırıklığı olması için hayal olması gerekiyordu. Yoktu. Yok olmuştu. Benim gibi.

İşte tam da bu yüzden, insanlara kapımı sıkıca kapatmış, duvarlarımın arasında kendi yalnızlığım ve umutsuzluğumla bir başımaydım. Daima arkamda olduğunu söyleyen bir annem ve bazen, işleri gerçekten yolundaysa bana sarılmayı göze alabilecek bir babam vardı. Annem en ufak bir hatamda bana arkasını döner, babam ise genellikle bana hiç sarılmazdı. Onların istediği gibi olmamıştım çünkü.

Sinir krizi geçirip evden kaçmamı sağladıkları gün onların gözünde küçük bir fahişe olmuştum. Komşuların ve doktorların ayıplamaları ve hakaretleri arasında fark ettiğim annemin sinsi gülüşü de cabasıydı. Her şey sanki benim suçummuş gibi davranması bir yana, sadece fahişe olarak değil, deli olarak da anılmama sebep olmuştu. Bir süre sonra umursamayı kestim. Çünkü gerektiğinden fazlası zarar veriyordu.

Bu yüzden temeli çürük sistemin bana ve benim yaşımdaki her gence dayattığı sisteme uymuş gibi yaptım, yapmak zorunda kaldım. Hiçbir zaman gerçek anlamda bu sistemi kabul etmediğim, etmeyeceğim ve uyamayacağımı fark ettiğimde rol yaptım, yüzüme 'uyumlu' bir ifade takınıp ruhumu biledim. İşe yaramıyordu.

KAYIPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin