4

928 153 27
                                    


Sekiz ayın sonunda artık onu tanıyan bir avuç insanın hepsi onun değiştiğini söylüyorlardı. Onlara göre, biriyle iletişime geçmiş olması bile büyük bir şeydi. Em Teyze bizim eve hediyeler gönderip duruyordu ,biz de kabul ediyorduk ama sonra babam daha güzel şeyler alıp ona gönderiyordu.

Babam benim hakkımda konuşurken, iyi bir insan olduğum için benimle gurur duyduğunu söylüyordu. Ama neden kimse kendi çapında büyük cesaret örneği gösteren Yoongi'yle gurur duymuyordu?

Önemli değildi. Onunla da ben gurur duyuyordum.

Anlaşabildiğimiz bir dil yoktu. Adını söyleyince dönüp bakıyor, onun dışında dediklerimi de yapmıyordu. İşaret dilini o bilecek olsa bile ben bilmiyordum. Ama zamanla, hareketlerinin algoritmasını çözdüğümde sanki konuşuyormuşuz gibi davranabilmeye başlamıştım.

Algoritmasını çözemediğim tek hareketi, durup dururken beni öpmesi olmuştu. İşte bundan sonrasını babama hiç anlatmadım.

Em Teyze bir ay sonra büyükbabasının onu almaya geleceğini söylemişti. Bunu duyduğumda saf bir üzüntü duymalıydım, ama heyecanlı hissediyordum, sabırsızdım da. Bir ay kalmıştı ve, o eğer beni seviyorsa, buradan ayrılmak istemeyebilirdi. Ancak sonra sonra bunun onun elinde olmadığını anladım.

Bir gece Em Teyze yorgun gözlerle evimize geldi ve çok utanarak bana ihtiyacı olduğunu söyledi. Yoongi fasulyelerin önünde oturuyor ve kalkmayı, uyumayı reddediyordu. Em Teyze sonunda onun aklını kaçırdığını sanmıştı ama ben içeri girip kapıyı kapattığımda omzunun üzerinden dönüp bakması, gayet de iyi olduğunu, ama ruhunu zedeleyen bir şeylerin olduğunu gösteriyordu.

Işığı hiç yakmadım.

Ve etrafa o eski boş gözlerle de bakmıyordu. Şimdi Yoongi'yi ilk kez bu kadar mutsuz görüyordum. Herhangi bir şey onun canını yakıyordu, bize ne olduğunu söylemiyordu. Yanına çömelip koluna tutunduğum ve yüzüne baktığımda asıl gerçeği fark ettim. Söylemiyor değil, söyleyemiyordu. Belki kendinden, belki geçmişe gömülen ama ona göre zaman tarafından ilk günkü gibi korunan bir şeyden belki insanlardan korkuyordu. Soğuk terler dökerek pencerenin önünde öylece oturdukça içinde bir şeyler çürüyordu ve bunu fark etmek ona acı veriyordu. Bunu yapmasını engellemek için kaldırdım onu oradan. Dudaklarımın üzerine bırakıverdiği küçücük öpücüğü unutmam mümkün olmamıştı hiç. İçimde bir şeyler kıpır kıpırdı, fakat onun hüznü beni de kaplayacak kadar büyüktü. Bu yüzden, paylaşmayı kabul ettim mutsuzluğunu, ama öylece suratlarımızı asarak oturmadık. Bembeyaz yüzünü okşadığımda elime gelen çok az pürüz haricindeki ipeksiliği hâlâ ellerimde hissediyor gibiyim. Ve kokusunu da ona hissettirmeden içime çekerek onu öptüğümde gözleri açıktı. Bir an için bunu yapmaktan dolayı pişman hissedip kendimden utandım, ama önemi yoktu. Belki onu korumak, kol kanat gerebilmek için her şeyini tanımalıydım. Ve parmaklarım üzerindeki hafif kazağın içine girip sıcak tenine değdiğinde, beni engellemedi. Kaçmadı.

Saçlarını okşadığımı hatırlıyorum. Hiç konuşmayan o diline dilim değdiğinde, sanki çocukken kar yağdığı zaman dilimi çıkarıp üstüne kar yağmasını beklediğim zamanki hazzı tatmıştım. Tadı kar gibiydi, soğuk ve saf, kar gibi. Tenine dokunmak çarşaf gibi bir okyanusta sırt üstü sürüklenmek gibiydi.

Yatağın bir köşesine sindiğinde yüzündeki insancıl ama vahşi melankoliyi sezmiştim. Daha önce hiç dokunulmamış bedenine olabildiğince kibar davranmaya çalışıyor, canının yandığını düşündüğümde özür dilercesine yanaklarını, dudaklarını öpüyordum. Belli ki ilk kez biri onu öpecek, onu arzulayacak kadar sevgi gösteriyordu ona, bu yüzden o da tanımaya çalışıyordu bu haz ve hisleri. Tıpkı benim gibi. Bu ilkti, ikimiz için de, birçok açıdan.

Hüznünü ve dürtülerini anlamak için çaba sarf ediyordum. Asla hasta gibi görmemiştim onu, sadece, gördüğüm gün bana sunulmuş bir seçenekti, ben de onu seçtim.

Az önce seçimimle oynayarak onu riske atmıştım. Boynunu öperken yüzünde hangi ifade var çok merak ediyordum. Burnumu oradan kaldırıp yüzüne baktığımda gözlerime özlem ve minnetle bakmıştı, ben mutluluğun en sızılı haliyle tanışmıştım ve bu hisse alışmaya çalışıyordum. Ellerini ensemle yastığın arasından geçirip boynuma sarıldı, belki de bu ona güvende hissettiriyordu.

Ancak boynuma sarıldıktan saniyeler sonra küçük bedeni bir ritimle titremeye başladı, ağlıyordu. Çok şaşkınca başını okşayıp saçlarını öptüm ama ağlıyordu işte. Çok korkmuştum, ağlaması ne kadar canımı yakmıştı öyle!

Korkuyla sayıkladı. Sesini ilk kez o zaman duydum. "Nefes alamıyorum!... Nefes alamıyorum!.." Ne, neden, ne oldu diye onu sorulara boğmuştum ama çok geç kalmıştım. O tekrar eskisi gibi sessizliğine bürünmüştü ve ince yaşlar yanaklarından dökülüp gidiyorlardı. Ona asla bırakmazcasına sımsıkı sarıldım ve bir süre sonra ağlaması kesildi. Geriye yalnızca biraz kızarmış gözleri ve yanakları kalmıştı.

Hayatımda hiç bu kadar cahil hissetmemiştim. Bana sorsanız, sanki o an dünyanın merkezi bendim.

Bean ¨ namgiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin