6 - fin

1.1K 166 57
                                    


O gece uyuyamadım. Keşke o gece en uzun gece olsaydı ve sonsuza kadar sürseydi. Eve de dönmedim. Em Teyze oradan çıkıp eve gittiğimi sanıyordu, babam da Yoongi'yle kalıyorum sanıyordu. Ama ben dışarıdaydım. Yaşadığım şeylerdeki tılsımı çözmeye çalışıyordum.

Bir banka oturdum ve güneşin doğmasını bekledim. Beraberinde hiç yanıt getirmedi, öylece doğmuştu. İlk ışıklarıyla birlikte Em Teyze'nin evinin önünde bir araba durdu. Arabadan yaşlı ama diri bir adam indi, güven verici yüzünden zeka parıltıları seçiliyordu. Adam kapıyı çalmadan önce koşup ona yetiştim. "Siz büyükbabası mısınız?" Adam güldü "Kimin?" "Yoongi'nin." Elini omzuma koydu "Bu saatte neden buradasın?" "Çünkü bana bir şey söyledi." Şaşırmış görünmüyordu "Her yerin ıslak olduğunu mu söyledi? Ve kurumadığını da söylemiş olmalı." "Evet. Tam da bunu söyledi... Ne demek istiyor?" "Asla kurumayan bir ıslaklık düşün, hanidir süregelen bir etki, ya da başka hiçbir yola gebe olmayan bir kısır döngü." Bunu söylerken zile basmıştı, içeriden bazı sesler gelmeye başladı. "Konuşmasını mı istedin?" Utanmıştım "Evet." "Biz de istemiştik, böyle cevap vermişti. Onunla uzun bir süre yaşayınca arada sırada söylediği iki üç kelimeyi çözebilir hale geldim. Sana bu sessizliğin elinde olmadığını söylemek istiyor."

Ben de böyle düşünmüştüm. Adamın söylediği şey beni doğruluyordu.

Kapı açıldı, Douglas adama büyük bir sarılma verdi ve Em Teyze da daha kibarını. Sonra Em Teyze beni gördü ve Douglas Yoongi'nin bavulunu arabaya koyarken kısacık boyuyla yanıma yanaşıp elini koluma koydu "Çok erken değil mi saat, Namjoon? Gençken bu saatte asla uyanamazdım."

Benim yerimde olsalardı, hiç uyumamış olurlardı.

Yoongi tuhaf tuhaf etrafa bakıyordu, Em Teyze ona bakıp bir şeyler anlatmaya başladı. "Bir gece Douglas ve ben kavga ettik. Douglas sinirine hakim olamayıp bana vurmuştu. Bense bunu canımı olması gerekenden fazla yakmış gibi göstermeden sakince karşılamıştım. Daha önce birkaç kere daha böyle kavgalarımız olmuştu. Bilirsin, Namjoon, biz uzun süredir evli insanlarız ve... Douglas'ı da tanırsın. Kavga bittikten sonra gidip bir yerde inzivaya çekilir, kendi kendini düşünceleriyle ve suçluluk hissiyle cezalandırırdı. Ama o gece Douglas kavgadan sonra onun yanına gitti, biraz oturdu, sonra ağladığını duydum. Kapıda dinliyordum. Birdenbire Douglas odadan çıktı ve beni kapıda yakaladı, Yoongi sakince bizi izliyordu. Douglas benden ilk kez özür diledi ve ilk kez 'barıştık'."

Douglas arabanın kaportasına iki kez vurdu ve adamla konuşurken kahkaha attılar. Douglas artık daha huzurlu bir adama benziyordu, Gargamel'e değil.

Em Teyze Yoongi'ye bakarak konuşmayı sürdürdü "Ona yardım ettiğin için teşekkür ederim, Namjoon. Gerçekten." "Yardım etmek istememiştim." "Nasıl yani?"

Bu soruya yanıt vermeme hakkımı kullandım, çünkü cevap verseydim, belki de babamdan sakladığım o eşsiz duygulanımlarım hakkındaki birtakım sırları ağzımdan kaçırabilirdim. Em Teyze gülmüş ve Douglas'la büyükbabanın yanına giderek Yoongi'yle vedalaşmama izin vermişti. Pek mutlu bir son sayılmazdı, ama tam olarak üzgün bir son da değildi. Yalnızca bir şeyler, bir süre için, son buluyordu. "Burada kalmak aklından hiç geçmez mi?" Belki geçiyordu, belki de gitmek istiyordu. Kimse bilemezdi.

Bu kez sarılmak adına ilk adımı o attı. Nefesim kesilmişti, iyi hissettiriyordu, ama bu sondu, bir daha tekrarlanmayacaktı. O yüzden sarılmasıyla oluşan ağırlığı olanca gücümle hissetmeye çalıştım. Bazen gece yatmadan önce hâlâ kollarını çevremde hissederim. Ve bazen hâlâ o çocuğu düşündükçe ağlarım. Yoongi'yi özleyeceğimi biliyordum. Ama bu kadar değil.

Arabaya bindiğinde içimde bir şeyler koptu. Büyükbaba gaza basmadan önce birkaç dakika bekledi, Yoongi de sabırsızca evin üst katına, kaldığı odanın penceresine, bir de bana bakıyordu. Tam ne istediğini anlamış ve eve yönelmiştim ki büyükbaba da seslendi "Emily! Nerede bu çocuğun fasulyeleri?! Pişirip yedik derseniz sizi bu topraklara gömerim!" Ben o sırada yukarı çıkmış, camın önündeki saksıyı almış, aşağıya iniyordum. Yoongi'ye saksıyı uzattığımda takdir eden bir ifade takınmıştı, sonra fasulyelerin yeşil yapraklarını incelemişti, kurtlar yemiş mi diye. Sonra tekrar bana bakmıştı, elbette belli belirsiz bir gülümseme ile, ve sonra araba uzaklaşmış, ufukta kaybolmuştu...

Yoongi gitmişti.

On dokuz yaşındaydım. Çocuk gibi ağlamak istiyordum.

Eve döndüğümde kapıyı babam açtı. "Ee, gitti mi çocuk, Namjoon?" "Gitti." "Orada nasıl bakışıyordunuz, çocukla telepatik yollar mı keşfettiniz?" Babam kendince benimle eğlenirken yarım ağızla sırıttım ve eksik kalan sekiz saatlik uykuyla yalnız kalabilmek için odama gittim. Kapıyı arkamdan kapatmadım, biraz üzgün, ama oldukça olgun hissediyordum. Rüyamda her yer ıslaktı, ve kurumuyordu...

Bu bir ilkti. Buraya yazdığım ilk şey bu oldu. Belki başlı başına bir normallik diziniydi ama seven olduysa mutlu olurum. Ufak harf hatalarım olmuş olabilir hızlı yazdığım için, sonra gözümden kaçmıştır, göz ardı ettiğiniz için teşekkür ederim.

Ama en önemlisi, sonuna kadar okuyanlara teşekkür ediyorum, belki de sıkılmışsınızdır.

God bless us,
God bless NamGi.

Bean ¨ namgiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin