Babamı yolcu etmiştim. Yeni evimde yalnız ilk günümdü. Bunu kutlamalıydım! Markete koştum. Poşetleri abur cuburlarla doldurdum. Eve vardığımda anahtarımı evde unuttuğumu farkettim. Bu da benim Kıbrıstaki ilk aksiliğim olarak kaldı. Bilirsiniz işte çilingir merasimi yaşadım. Sonunda girdim evime. Mideme yaptığım ziyafeti gözlerime de yapacaktım. Fakat dizilerle çok aram olmadığı için film açtım. 2 saat sürdü göz ziyafetim haliyle. O gün ailemin özlemiyle, babamın seçtiği koltukta uyuyakaldım.
Yeni bir gün! Okulun ilk günüydü. Hiç arkadaşım yoktu. Arkadaş edinme konusunda çok başarılı olduğum söylenemez. Okula daha önce babamla geldiğim için yabancılık çekmedim. Okula çekmediğim yabancılığı insanlara çektim elbette. Çeşit çeşit insan vardı, bende o çeşitlerden birtanesiydim. Sınıfın yolunu tuttum. Sınıf dediğime bakmayın, amfi. Oturdum orta sıralardan birine. İnsanları süzmeye başladım, bana benzeyen birilerini aramaya koyulmuştum. Bu aramalarım pek sonuç vermese de Elif ve Ecrin ile tanıştım. Biri Karadenizli biri Akdenizli. İkisi de deniz ile büyümüş çocuklar. Haliyle çoğu muhabbetimiz denizle ilgiliydi. Denizi çok severim bilhassa dalmayı. Bu yüzden her ne kadar Doğu'da büyümüş olsam da yabancılık çekmedim bu muhabbete.
Apartmandan da iki arkadaş edinmiştim: Nalan, Aylin. İkisi de İstanbulluydu. İstanbul'u hiç görmedim. Belki birgün hem İstanbul'a hem de kendime sürpriz yaparım; her şeyi ardımda bırakıp İstanbul'a giderim. Kim bilir...
Derslerin yoğunluğu yavaş yavaş omzuma binmeye başlamıştı. Bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim. Günlerim okul-ev-kütüphane üçgeninde geçiyordu. Ara sıra kafa dağıtmaya gidiyorduk meyhaneye. Mezze Meyhane. Sahibi Fikret abi kral adamdır, demeden geçemeyeceğim. Fikret abi de aşkın ateşinde yananlardan. Kavuşamamış haliyle...
Aşk kavramını düşündüğüm kadar dostluk kavramını da düşünüyordum sürekli. Ettiğim dua, Şems Tebrizi'nin dediği gibiydi:
-Rabbim yoluna başımı verebileceğim bir dost ver bana.
Kan bağımız olmamasına rağmen bir kardeşim daha vardı benim, Özge. Tek sırdaşımdı. Adımı telaffuz etmeden evvel "Can" diyerek her daim bu sırdaşlığı bana hatırlatıp durması yok muydu? Ah... İstanbulda yaşıyordu, lise zamanı taşınmışlardı oraya. Bağımız, muhabbetimiz hiç kopmamıştı. Başımı yoluna verebileceğim bir dosttu. Gönül bağı kurmuştuk onunla. Gönül bağının kan bağından öte olduğunu onunla anlamıştım. Ama aramızdaki mesafeler yanımda da bir dost arayışını uyandırıyordu. Nefesim olabilecek, nefesi olabileceğim biri. Bu istek hem aşka hem dostluğa susamışlıktı. Aşkı da dostluğu da aynı insanda tatmak istiyordum. Hayır yanlış anlamayın, arayış içinde değildim. Kadere inancım vardı. O gelip beni bulacaktı.
Günler geçip gidiyordu. Geçip gitmeyen tek şey içimdeki boşluktu. Hayatım rutine binmiş, hergün aynı geçiyordu. Mutsuz değildim, mutlu da değildim. Oyalanıyordum sadece dünyevi işlerle. Sevgi kavramını sorguluyordum yine içten içe. Düşüncelerimi harmanlayınca nihayete ulaştım ve dedim ki aynada gördüğüm soluk yüzlü, yeşil gözlü Azra'ya:
-Bana sevda lazım ki aklımdan geçeni okusun, sevda lazım ki hayallerimin gittiği yere benden önce ayak bassın, sevda lazım ki uğruna ölünecek sevdası olsun...
O gün içimde bir heyecan vardı. Fırladım yataktan, duşa girdim. Siyah tarağımı unutmuştum, almak için çıkıp evde ilerlerken çıplak bedenimden sular süzülüyordu rengi açık parkelere... Aradan 1 saat geçtiğinde hazır olmuştum. Okula gittim. Kütüphanede gördüm o'nu. Tanıyordum onu ama bu duyguları ilk defa o gün hissetmiştim. Gözlerinde kalbe işleyen bir dikkat vardı. Ne olduysa o gün oldu. Konuşmaya başladık. O da benden hoşlanıyordu hissediyordum. Ama o'nun da sevgiye bakışı aynı mıydı? O da aklını okumamı, hayallerine ondan önce ayak basmamı... Yine çok derine dalmıştım.
Derse girdik, yanımdaydı. O'nu izlemekten derse odaklanamıyordum. Tüm vücudum o'na odaklanmıştı. Bana baktığı o an sınıftaki herkesin varlığını unutmuştum. Oda unutmuş muydu acaba? Bu soruyu hiçbir zaman soramadım o'na. Beni kahve içmeye davet etti. Utanıyordum, kabul edemedim. O da neden reddettiğimi hiçbir zaman sormadı bana. Sorsa bile ne diyecektim ki? Utanıyordum desem anlayacak mıydı? Daha önce bir erkekle başbaşa oturma deneyimim olmamıştı. Ürpertiyordu bu durum beni. Geriliyordum istemsiz olarak. Bu durumun normal olmadığını bilsemde hiç sorgulamamıştım kendimi. Onu yanımda istiyordum hatta kollarımın arasında. Ama bu isteğin var olduğu kadar korku da vardı ruhumda. Gözlerimi ayıramıyordum ondan. O gün, bakışlarıma yüklediğim anlamı anlamış gibi baktı. Korkularım vardı. Derin bir yalnızlığım vardı. Ona güvenip yalnızlığımı nasıl ardımda bırakacaktım? İliklerime işleyen bu yalnızlığı 1 yıl terkedemedim. O gün onunla kahve içmeye gitseydim belki her şey çok farklı olacaktı. Ben korkularımı 1 yıl sonra değil o gün yenmiş olacaktım. O ise...
Kahve teklifini reddettiğim andan itibaren mesafe girmişti aramıza. Benim ördüğüm duvarlar yetmiyormuş gibi artık onunda duvarları vardı. Aşması çok zordu. Zaten kimse aşmaya çalışmadı. Sınıftaki arkadaş çevremiz ortak olduğu için bol bol aynı ortamda bulunuyorduk. Fakat ikili diyaloglara hiç girmemiştik 1 yıl boyunca. Benim hayatımda da onun hayatında da kimsenin olmayışı ona daha da aşık olmamı sağlıyordu. Beni beklediğini biliyordum. O benim ne hissettiğimi, ne düşündüğümü anlayamıyordu. İçimden geçenler ile tavırlarıma yansıttıklarım o kadar farklıydı ki. Sanırım içten içe ondan hoşlanmadığımı düşünüyordu. O kadar istemiştim ki karşısına geçip şunları söylemeyi:
-Olur mu ay yüzlüm? Seni sevmemek olur mu hiç? Can sevdiğim elimi tut!Kahvemi alıp balkona çıktım. Yine derin düşüncelere daldım. O'nun ve benim gayelerimizi düşündüm. Ortak mıydı, farklı mıydı? Ortak olabilecek birkaç şey buldum ama yeterli değildi bunlar. Yine sevgiye dair düşündüm, birkaç araştırma yaptım. Ve o gece sevginin karşılıklı oturup birbirinin yüzüne bakmak olmadığı, bilakis yan yana oturup aynı noktada ortak bir hedefe bakmak olduğu fikrine kapıldım. Sevgi kelimesinin kalbimde net olduğu kadar zihnimde de net olmasını istiyordum ve gittikçe netleşiyordu. Şimdi yeni bir kelime belirmişti zihnimde: hedef. Peki bizim ortak hedefimiz neydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELİMİ TUT
Non-FictionBu sadece benim hikayem değil, o'nun da hikayesi. Ben yazarken kendi gözümden yazdım ama sen okurken o'nun gözünden de bak, bak ki onun okuyamadığı bu satırları onun adına sen oku. Yüreğimi kasıp kavuran, içimi bin parçaya bölen hikaye.