Son sahnenin aklınızda canlanması için bir gif bırakıyorum. Gifte son kısım olmasaydı tam bölümün son sahnesiydi.
Boğazlarım yırtılırcasına, ruhum bedenimden çıkarcasına ağrıyordu. Sanki içimde biri hüngür hüngür ağlamış ve her yeri buğu kaplamış. Ben ise onca buğunun arasında yolumu bulmaya çalışıyordum. Bu buğu zihnime kadar ulaşmıştı. Yapacağım işlere odaklanamıyordum ve bu beni daha da içinden çıkılmaz düşüncelere itiyordu.
Yeniden mi sıfırdan başlamalıyım diye soruyorum kendime. Bu hayata kaç kez sıfırdan başladığımı hatırlamıyordum bile. Kendimi frenleyemediğim günün ertesinde hep bu son derdim. Nefret ettiğim insanları yok sayacağıma yeminler ettim her defasında. Her pazartesiye daha iyi bir hayatım olacak diye uyandım.
Bende ki pazartesi sendromu da bu işte. Ne pazardan farkı var, ne de salıya uzak. Olamaz dediğim ne varsa enseme üfledi bu hayatta. Kaç kere sildim kaç kere baştan başladım bilmiyorum. Hayatı sevmiyorum ama platoniğim ölüme.
Bu düşüncelerle bedenimi bir titreme esir alırken, titreyen ellerimi musluğa uzattım ve tepemden akan sıcak suyun düşüncelerimi de eritip benden uzaklaştırmasını diledim.
***
Kahvaltı etmeyi sevmezdim. Bu küçüklükten gelen bir alışkanlıktı. Yine kahvaltı etmeyeceğim için evden çıkmadan önce çantama bir adet elma attım. Kapının önünde postallarımın fermuarını çekerken, kafamı kaldırıp etrafıma bakındım. Yine aynı şeylerdi işte, evden çıkar çıkmaz eteğini yukarı çeken Büşra ve yan tarafta manavını açan Bahri amca. Ne bekliyordum ki zaten? Her gece 'Belki yarın bir mucize olur' diye kendimi avutuyordum. Ümit ediyordum bir bakıma. Benim gibi insanların elinde hiç bir şeyi kalmayınca ümidi kalıyordu. Hoş o da benim elimden kayıp gidecekti ya.
Umut fakirin ekmeğidir sözü tam da benim için üretilmişti sanki. Belki maddi anlamda fakir değildim ama manevi anlamda çulsuzun tekiydim. Onun için hiçbir şeyden bu kadar korkmuyordum ya zaten. Kimsesizliği bilen biri olarak korkacak bir şeyim olmadığından da eminim. Kör bir kurşun bedenimden girse şimdi, ruhumu bulamayacaktı. O kadar eminim.
Düşündüklerim miydi dengemi bu denli bozan bilmiyorum ama adımlarımın git gide sarsaklaştığını hissediyordum. Ayaklarımda topuklu olmamasına rağmen nasıl bu kadar sarsak adımlar atabilirdim? Üstümde bir gariplik vardı ve bunu dışarıdan bakan biri bile rahatlıkla anlayabilirdi. Üstüne üstlük bu gariplik sadece bedensel değildi.
Açlıktandır diye bir fikir yürüttüm ve ne olduysa o dakikalarda oldu. Elimi çantamın içine elmamı almak için uzattığımda attığım adımımın havada kaldığını hissettim ve kendimi bir çukurun içine düşerken buldum. Normal zaman diliminde bu süre beş saniye gibi dursa da bana asırlar gibi gelmişti.
Yere çakıldığımı; havada olan saçlarımın enseme doğru yapışması tasdikler iken, vücudumdan çıkan çatırtı sesleri kemiklerimin kırıldığının habercisiydi. Düşmemin etkisiyle gözümün önüne gelen saçları elimle arkaya ittim ve gözlerimi bir iki kez açıp kapadıktan sonra etrafa göz gezdirecek iken; bu yeri aydınlatan tek ışık kaynağımda yok olmaya başlamıştı. Yavaş yavaş ortam kendini biraz daha karanlığın kollarına bırakırken kafamı yukarıya doğru kaldırdım. Gördüklerim dehşet vericiydi. Düştüğüm çukur yavaş yavaş kapanıyordu. Yaklaşık bir on saniye sonra düştüğüm çukur tam olarak kapanmıştı. Çukur kapandığında karanlıkla baş başa kalmıştık. Karanlığın süsü; üstünde yuva kuran dumanlar olurken, benim süsüm; kırıldığını hissettiğim kemiklerimdi. Ortamın kasvetli ve loş havası beni daha da bunaltırken, ayağa kalkmaya çalıştım ve tekrar yere düştüm. Yere düşmem ile birlikte yerdeki ufak taşlar ben buradayım dercesine bedenime batıyordu.
Karanlık gözlerimi fazlasıyla acıtıyordu. Aydınlığı bekliyordum. Acıyla, sabırla, dehşetle ve biraz da merakla. Daha fazla dayanamayacağımı anladığımda mekanın içini, benim olduğundan emin olamadığım cılız ve titrek sesimle doldurdum.
''Kimse yok mu?'' Kasvetli ve loş ortamda sesim iki üç kez daha yankılandı ve tam bu sırada tepemde bir ışık yandı. Sonunda gözlerim bayram edecek derken, gözlerimi tarifsiz bir acıyla bir iki kez kırpıştırdım. Karanlığa alışan gözlerime, aydınlık çok fazla gelmişti. Tepemdeki ışığa bu yeri aydınlatan diğer ışıklar misafir oldu. İlk önce biri, sonra diğeri ve sonrasında yine diğeri.
Işıklar gözlerimi kamaştırırken karşımdaki görüntüyü pek fazla seçemiyordum. Daha dikkatli bakmak adına kolumu kaldırıp yaşla kaplanmış olan gözlerimi sildim. Kolumu gözlerimden çektiğim zaman gördüklerim karşısında dilim lal olurken, bedenim bir transa geçmişim gibi kasılmakta idi. Karşımda sıra sıra dizilmiş insanlar vardı. Büyüklü, küçüklü her kesimden insanlar dizilmişti önüme. Şok olmuş gözlerimle insanların üzerinde bakışlarımı gezdirirken, her yerden fısıltılar geliyordu.
''Cidden bu yeni kız mı?''
''Bundan öncekinin son olduğunu sanıyordum.''
'' Çelimsizin teki. Bahse girerim ki bir gün bile dayanamaz''
Karşımdan gelen fısıltıların odağını takip etmekte zorlanıyordum. Herkes bir ağızdan konuşuyordu ve bu benim gözlerimi etrafta fıldır fıldır dönmesine neden oluyordu.
Herkesin dediği cümleler boğazımdan bir ip gibi geçerken; içimden yükselen öfke ayağımın altındaki ölüm sandalyesini itmek için sabırsızlanıyordu.
Hep işler kötüye gittiğinde her zaman titremeye başlıyorum, vücudum karıncalanıyor, dayanılmaz bir şekilde kusmak istiyorum, boğuluyorum ve bunu durduramıyorum. Küçükken yaptığım gibi dolaba saklanıp ağlamak istiyorum fakat yapamıyorum. Çünkü biliyorum. Bir sürü göz üstümde, hissediyorum. Hiç bir şey yapamamanın verdiği sinirle ve canımın yanmasıyla dolan gözlerimden iki damla yaş aktı. Önce sol sonra ise sağ gözümden feryat eden iki damla, ayaklarımın dibinde bir göl oluşturdular. Bu karmaşanın içinde göz yaşlarımdan oluşan yolu izlerken; geniz yakıcı bir koku buyur etmişti soluk boruma, burnum.
Bu zehirli kokunun nedeninin bir sigara olduğunu bilirken, bu kokuyu mabedine buyur eden insanı görmek için oturduğum yerde arkamı döndüm. Vücudumun hareket etmesiyle, dayanılmaz bir acı esiri altına alırken refleks olarak gözlerimi kapattım.
Zehirli dumanı soluyan nefesin burnuma çarptığını hissettiğim de yavaş yavaş gözlerimi araladım. Her şeyi yavaştan alıyordum tamda şuan. Çünkü gördüklerimin beni korkutmasından endişeleniyordum. Laciverte taşmış mavilerimi aralarken, bir çift tarçın rengi gözlerle karşılaştı gözlerim.
O an görmüştüm aslında gözlerinde; bana çektireceği acıları ve bana bahşedeceği duyguları. Böyle gözlerle karşılaşacağımı bilseydim açar mıydım gözlerimi? Bilmiyorum. Gözlerinden bana azat ettiği donukluk, soğukluk ve sertlik bana, belki benim de yaşayan bir ruhum var dedirtti. Tarçın rengi gözlerine sanki kurşundan bir yük binmiş gibiydi. Bilemiyorum. Belki de bu tüm düşüncelerim ve bu gözlerine yüklediğim anlamlar, benim hayal dünyamda geliştirdiğim bir düzmeceydi.
Namütenahi gözlerinden çekip almayı başardığım köhne gözlerimin hedefi dudakları olmuştu. Bir o kadar efsunkar bir şekilde sigarayı tutan dudaklarında; zehirli dumanı içine çekişinde içine çöken elmacık kemiklerini izledim bir süre. Gördüklerim karşısında zehirle pişmiş gözlerimi; acı bir şekilde yutkunurken tekrardan gözlerine değdirdim.
Gözlerimi gözlerinde değdirdiğim zaman o içinde tuttuğu zehirli ve bir o kadar da heybetli dumanı yüzüme doğru üfledi. Demir gibi sert olan dumandan gözlerim yaşarırken, onu dumandan dolayı zar zor görüyordum. Ben dumanın etkisiyle yaşlarla süslenen gözlerimi kırparken, tarçın gözlü adam bana son vuruşunu yaptı.
''İllegal'e hoşgeldin güzelim. Umarım canın fazla yanmaz''
Çivi gibi sert sesini duyunca geri çekildim ve geri çekilmem ile omzumda tarifsiz bir acı hissettim. Sonrası mı? Sonrası karanlık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İLLEGAL
FantasiaBir tarafta; Her şeye rağmen ayakta olan fakat dizleri yaralı bir kız. Diğer tarafta; Dağların bile devrileceği onca acının arasında dimdik duran fakat hayattayken ölen bir adam. ''Burası yer üstünde canlı yaşayanların fakat yer altında ölü olanlar...