Dünya henüz var olmuşken, toz bulutu yığınından yuvarlakça bir küreye ve üzerinde uzanmış geniş vadilere, okyanuslara dönüşmeye başladığında, hava bir nefes olup içe dolacağı vakit, insanoğlu birer birer yaratılarak dünyaya gönderildi. Zaman ilerledikçe doğa denen önlerine serilmiş mücevherin nimetlerinden faydalanmakta ustalaştılar ve bir gün, doğanın sesleri dışında başka bir ses yankılandı. İnsanın sesi...
Keşfettikleri bu dünyanın güzelliklerle bezeli olmasının yanında, ne kadar tehlikeli olabileceğini de fark ettiler. Hayatta kalmak için bir arada olmanın gerekliliğini anladılar. Çoğaldılar, çoğaldılar... Lakin yeryüzünde, doğanın yırtıcılığından daha kötü şeyler de vardı...
İnsanlık tarihi henüz başlamışken, Tanrı'nın yarattığı Şeytan, sahibine başkaldırdı. Tanrı'nın bu isyana cevabı, onu insanoğluna bağlamaktı. Her şey yok olana kadar, aydınlığın hüküm sürdüğü bu topraklara karanlığı yaymakla yükümlü Şeytan, elbette bir gün tüm sadık izleyicileriyle o kaçınılmaz sonda cezalandırılacaktı. Ne yazık ki insan, iradesinde zayıftı. Hükmün sözünü unuttu ve kısa zaman içerisinde, karanlığın tecelli ettiği yürekler de hızla çoğaldı.
Kötülük, birinden diğerine sıçrayarak yayılırken, şimdi neresi olduğu bilinmeyen ücra bir yerde genç bir adam, kendi tamahkârlığına umutsuzca yenildi. Asıl sahibini unutan gözü dönmüş, gölgelerin arasından efendisi saydığına seslendi, ''Bana güç bahşet! Bahşet ki en inançlısı bile unutsun ışığı ve dönsün yüzünü karanlığa, sana!''
Bu beklenmedik olay, elbette sadece yaratılanlar tarafından bir bilinmeyendi...
Bir söz işitilmeden ve hiçbir suret görülmeden, önce bir kıvılcım parladı karanlığın içinde, ardından bir ateş yandı ve gencin etrafını sardı. Alevler yükselirken gence yaklaştı ve nihayet söndüğünde, ne ateş ne de genç birbirinden farklıydı. Kötülüğün insan suretindeki en has adamı, gölgelerden çıkıp masumların arasına karıştı. Gözleri kana bulanan bir lanetli ruhun, melun sözleriyle gelen gücü. Büyü. Yeryüzünde olmaması gereken bir varlık. İlk cadı, ilk zafiran. Alas.
Onun soyu karanlığı daha güçlü kılacaktı. Onun çocukları doğuştan günahkâr olacaktı. Altı lanetli çocuk.
Çocuklar büyürken yeryüzündeki karanlık da büyüdü. Güçlüydüler. İyi ve güzel olan hiçbir şeyi umursamıyor, değer vermiyor yahut sevgi beslemiyorlardı. Her biri, sadece Alas'a itaat etmekle yükümlüydü. Her ne kadar Alas'a "Baba" deseler de aralarında bir baba ve evlat ilişkisinden ziyade, üst ve ast ilişkisi vardı ve kendileri de bunun farkındaydı. Alas, gücünün kaynağını onların da efendisi olandan almıştı. Hâl böyleyken, O'na karşı gelmek için bir sebepleri de yoktu. Pek tabii, Alas'ın bir köken olarak, kendilerinden çok daha güçlü olduğunun da farkındalardı.
Kendi benliklerinin ve güçlerinin tamamen farkına vardıklarında, hepsi kötülüğün taşıyıcısı olarak, Alas'ın emri ve liderliği ile yerleşim yerlerini ziyaret etmeye başladılar ve geçtikleri her yerde ateşten bir iz bıraktılar. Bu, bazen gerçek bir yangın bazen de öldürdüklerinin arkasında bıraktığı insanların yüreklerini yakan bir acıydı. Ne yazık ki sebep oldukları şeyler, sadece kendi elleriyle yarattıkları zarardan ibaret değildi. Amaçlarına hizmet eden somut işkencelerinin yanında, kullanım gücü bahşedilmiş başka habis yollar da vardı. Sözler ağızlarından çıktığında, bir insan sözünün tesirinden katbekat fazlaydı. Hiç şüphesiz ki onlar için korku, kaygı, acı belirten zavallı yüzlerin yanında öfke, nefret, yalan gibi her türlü yasaklanmışın kokusu da zevk kaynağıydı. Emirlere göre, bunlar onların en başından belirlenmiş yaşam amacıydı.
"İnsanoğluna, verebileceğiniz her yönden ve her şekilde zarar verin."
Kaos, her zaman haykırışlarda belirmez, bazen yankılanmayan sözcüklerden de çıkardı. Şerrin, kulaklara bir sohbetmişçesine fısıldanışından başlaması gibi...
''...Oradaki kadın senin karın mıydı? Üzgünüm, ama sana söylemem gereken bir şey var. Dün karını şu adamla aşağıdaki nehir kıyısında gördüğüme eminim. Senin gibi bir adama... Ne büyük haksızlık!'' dedi kocaya, bir insan olmayan.
''...İşleri ortak yapmanız önemli değil ki dostum! Sen büyük olan kardeşsin. Elbette, kazancın ondan daha yüksek olmalı. Bu senin hakkın! Ondan daha büyük olduğun halde, sırf kardeşin diye mi bu haksızlığa göz yumuyorsun? Kullanılıyorsun!'' dedi bir ağabeye, diğer insan olmayan.
Dağılan aileler ve birbirine düşen kardeşler bir tarafta, ateşledikleri cehennem fitilini izlerken sinsice gülen yüzleri bir taraftaydı. Tüm bu iğrençliğin ortasında, bazen ışığın sesi yankılansa da, ''Hey! Bu handa böyle şeyler istemiyorum. Az önce içeride yaptığınız şey büyük bir karmaşaya sebep oldu ve...'' karanlığın gücü onun sesini bastırırdı, ''...Bu da ne? Nesin sen? Ah!''
Ölüm, ölüm ve daha fazla ölüm.
Onlarla karşılaşan ve bir şekilde hayatta kalan insanlar, zulümlerin ve çaresizliğin haberlerini dört bir yana yayarken, ne yapacaklarını bilemez halde günlerini geçirdiler. Akıllara düşmeyen en büyük sorun ise ne yazık ki olacakların sadece yaşadıkları zaman diliminde kalmayacağıydı. Sonunda Alas, nihai görevinin emrini almıştı.
"Çoğalın ve yayılın."
Bir zamanlar, Alas'ın da yaptığı gibi efendileri tarafından seçilmiş bir masumu elde ederek, tohumlarını ona bırakacak ya da o masumdan tohum alacak ve geleceğin şeytanlarının başlangıcı olacaklardı. Vakti geldiğinde az denilemeyecek sayıda bir kötülük ordusu, bu yeryüzünde yaşayacaktı. Alas'a göre, emirler yerine getiriliyor ve her şey istenildiği gibi işliyordu, lakin bu plana uymayan biri çıktı. Lanetli sayılmayan biri. Her nasılsa onlardan olmayan, yine de onlar gibi o zalimden olan biri. Yedinci çocuk. Mihela.
................................................................................................................................................................
Zafiran* : Kötülüğe hizmet eden cadılara verilen genel isim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİHELA'NIN TAŞLARI - Greenwitch
FantasyTaşlar, yalnızca çok güçlü cadıların bildiği bir büyüyle bir araya gelebiliyor ya da ayrılabiliyordu. Samira, taşların korunması için kendi ve iki yardımcısından başka kimseye güvenemezdi. Zafiranlar uzun zaman önce oraya kapatılmışlardı. Onları kap...