"Hadi ama! Tüm yapabildiklerin bu kadar mı? Göster kendini Granger." William'ın neşeli sesiyle kendimden emin bir şekilde kaşlarımı çatıp gülümsedim ve öne hamle yaparak geriye çekilmesini sağladım.
Elizabeth ve Will'in gemiye geleli sadece bir hafta olmuştu ve kalbimi çalmayı başarmışlardı. Bana bu kabusu güzelleştirip eğlenceli bir hale getirmişlerdi. Onlara güveniyordum, onlar.. Farklıydılar. Bu sırada tayfaylada yakınlaşmıştım ve Bay Gibbs babam gibi olmuştu. Nasıl bu kadar çabuk uyum sağladığım hakkında hiçbir fikrim yoktu ama buraya çok alışmıştım o dışında.. O herşeyi değiştiriyordu. Kaptan bozuntusuyla sürekli göz göze gelmemiz ve bana farklı duygular uyandırmaya başlıyor olması sinir bozuyordu. Sanki bunun farkındaymış gibi daha çok üstüme geliyor ardından hiç değer vermediğini bir anda kanıtlamayı başarıyordu.
Hava güneşliydi ve çok az dalga vardı. Elimde tuttuğum kılıçla tekrar hamle yaptığımda bu sefer Will'i sıkıştırmış gibi gözüküyordum. Tayfanın bağırış ve gülüşleriyle eğlendikleri ortadaydı. Nefes nefese kalmış yorulmuştum, "haha" diyerek sahte bir gülüş attığımda gözüm yine kollarını göğsünde bağlamış bizi izleyen kaptanı bulmuştu. Ben ona bakmadan önce gülümsediğine yemin edebilecekken gözlerimiz birleştiğinde bir anda yüzü düşmüştü, beni kaçıran oyken somurtan da oydu. Benden bu kadar çok mu nefret ediyordu?
Birden bedenim sert zeminle buluştuğunda acıyla inledim. Merlinin Sakalı.. Zafere bu kadar çok yaklaşmışken birden yenilmemi sağlamıştı. Will zaferle gülümserken alnının terlediğini ve ordaki saçlarının hafif ıslandığını görmüştüm. Kılıcığını boynuma doğrultmuş bir şekilde bana bakarken "kural bir ufaklık.." diyerek sırıttı ve devam etti. "Asla dikkatini kaybetme."
Ardından bana uzattığı elini tutup beni kaldırmasına izin verdim ve yerdeki kılıcımı alıp yanımıza doğru gelen Elizabeth'e uzattım. "Gün geçtikçe iyi oluyorsun Hermione" dediğinde gülümseyerek Jack'e geri baktım. Orda hala bizi izliyordu. Yine ben ona baktığımda kafasını çevirmiş ve dümenin başına geri geçmişti.
"Onun derdi ne?" Diyerek Elizabeth'e baktım. Kimden bahsettiğimi çok iyi biliyordu. Yüzündeki gülümseme yavaşça silinirken Will'e bakıp ardından bana baktı. "O.. Biraz soğuktur, onu dert etme." Dediğinde hafifçe kaşlarımı çatıp "onunla günlerdir konuşmuyorum, herkesle yakınlaşıp ondan uzak durdum ve hala benden nefret ediyor. Bu umrumda değil ama gerçekten sinir bozucu. Neredeyse benim onu kaçırdığımı düşünmeye başlayacağım." Dediğimde Elizabeth başını olumsuz anlamda sallayıp "Senden nefret felan etmiyor. Belki de sorun onunla hiç yakınlaşmaya çalışmış olmamandır tatlım. Onunla konuşmayı dene" dediğinde gözlerimi devirip "onunla yakın olmayı istemiyorum ama" dedim. Elizabeth bana inanmayarak tek kaşını kaldırdığında içimdeki Herm "yalan söyleme!" Diye bana bağırırken Elizabeth'in sesi oluyordu. "Gerçekten.. İstemiyorum, o umrumda bile değil" diyerek geri adım attım.
Will muhabbetimizden sıkılmış olacak ki işinin başına dönmüş kısa bir süre sonra Elizabeth'te onun yanına dönmüştü.
Bende kamaraya döndüğümde yatağıma uzandım.
"Belki de sorun onunla yakınlaşmayışındır.." Elizabeth'in bu sözü tüm aklımı karıştırmaya yetmişti. Benden nefret ettiğini biliyordum, beni kaçıran kişi beni sevemezdi. O da bunun farkındaydı. Onunla konuşmaya felan çalışmayacaktım.
Yatağımın ucunun çöktüğünü hissettiğimde başımı sallayarak düşüncelerimden kurtulup Gibbs'e baktım. "Bugün çok iyiydin Hermione. Gerçekten çok iyiydin. Bir anlığına Will'i şişleyeceksin sanmıştım. " dediğinde hafifçe gülerek başımı eğdim. Önüme gelen saçı kulakımın arkasına atıp "Gibbs.. sana bir şey sorabilir miyim?" Diye sorduğumda soracağım şeyden korkuyormuş gibi yüzü bir anlığına ifadesizleşmişti. Bunu farketmemiş olmamı istediği hemen gülümseyip çaktırmamaya çalışmasından belliydi.
"Tabii. Sor bakalım neymiş aklına takılan" dediğinde ciddiyetle ona bakıp bir süre bekledikten sonra "Kaptanın benimle sorunu ne?" Diye sordum. Gibbs'in rahatlayan yüz hatları ardından ciddileşip "Jack'in seninle bi sorunu yok. Sadece o.. Bilirsin işte, yabani." Dediğinde kahkaha attım. O da gülüşüme karşılık vermişti. "Bunu söylediğimi bilmemeli ama kızlarla bedensel ilişki dışında nasıl konuşulacağını bildiğinden emin değilim" dediğinde gülmeye devam ettim.
******
Demir atmıştık ve gemideki herkes uyuyordu. Bense çakan şimşeklerin yaydığı sesten uyuyamamış geminin kenarında oturarak bacaklarımı sarkıtmıştım. Beyaz ay kara sulara renk katarak aydınlatıyordu.
"Sırtın çok acıdı mı?" Duyduğum sesle irkilerek başımı kaldırdım. Gerçekten bana bu soruyu soran kişi Kaptan Jack Sparrow muydu? Her ne kadar seni ilgilendirmez demek istesemde ilk adımı onun attığını farketmiş ve terslememeye karar vermiştim. Ne yani? Benimle gerçekten konuşmak istiyor muydu?
"Çok değil" dediğimde yanıma oturup o da benim gibi bacaklarını denize sarkıttı. Ona bakmaya devam ederken yeniden yüzünün ne kadar mükemmel olduğunun kanıtına varmıştım. Bana bakmadan denize bakıyordu, elinde bir şişe vardı. İçki mi içiyordu o? Şişeyi başına dikip bana döndüğünde sanki onu izlemiyormuş gibi başımı birden denize çevirdim. "Seni kaçırmamım nedeni seni üzmek değil di Granger. Seni tanımıyordum bile."
Yutkundum, bu konuya gelince tüm teslim bayraklarımı hava çıkarıyordum sanki. Aklıma Harry, Ron.. Hatta profesör Snape'i bile özlediğim geliyordu. "O halde neden kaçırdın?" Diye sordum titreyen sesimle.
"Çıkarım için." Dedi ve içkisini yeniden yudumlayıp gözlerini benden çekip denize çevirdi. "Seni Lord'a götürüyorum Hermione. Karşılığında şafak yıldızını bana verecek" dediğimde gözlerim yanmaya başlamıştı. Elizabeth, William.. Bay Gibss. Tayfalar hepsi sadece benim Voldemort'a gideceğimi biliyor muydu?
"Voldemort neden beni istiyor?" Diye sordum titrek çıkan sesimle. Korkuyordum, bunu saklamaya çalışmayacaktım. Korkuyordum. "Zarar vermeyecek.. Sadece Potter'ı güçsüzleştirmenin peşinde" dediğinde önüme döndüm dolan gözlerimle. Ne diyebilirdim ki? Beni öldürecekti. Ve benim yapabilecek hiçbirşeyim olmayacaktı. Asam yanımda bile değil. Dümdüz olan suya bakarken suda küçük bi dalgalanma oldu, ardından bir tane daha. Çakan şimşekler karanlık suyu beyaza çevirirken ağladığımı anlamıştım. Gözlerimden yaşlar akıyordu, korktuğumdan yada ölecek olmamdan değil Harry nin ve Hogwarts'ın başına geleceklerden, aslında Gibbs'in umrunda olmamaktan, Elizabeth ve Will ile gerçekten dost olamayacağımızdan ağlıyordum.
"Sana zarar vermeyecek dedim Granger!" Bağırmasıyla başımı kaldırıp şaşkınlıkla ona baktım. Yüzünü öfke kaplamıştı, elindeki şişesini birden fırlattı. Kırılan camların sesi gökgürültüsüyle karışırken birden dudaklarımda hissettiğim dudaklarla öylece kalmıştım. O.. Beni öpüyordu. Dudakları sıcak ve yumuşaktı. Dudakları yumuşak olsada öpücükleri yumuşak değildi. Yanağımdaki eli ise geri çekilmeme engel oluyordu.
O alkollüydü.. Aklı başında değildi ve sabah uyanınca hatırlamayacak yada yaptıkları için kendinden tiksinecekti. Ama artık bildiğim bir gerçek vardı..
Kalpsiz korsan benim için endişeleniyordu.
**ya ben yazıyorum ama umarım beğeniyorsunuz sıkılıyor musunuz? Bana bunları özelden yada yorum olarak yazarsanız çok sevinirim. Hatalarım yanlışlarım olabilir. Birde bir dahaki bölüme süpriz disney karakteri geliyor tahminlerinizi yazabilirsiniz ^^ **
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Denizlerde |Hermione Granger & Jack Sparrow|
FanfictionBatan bir gemi gibiydi Sparrowun Granger'a olan aşkı. Nasıl gemiler herşeyleri olan denize bir anda geri dönüşü olmayacak bir şekilde batardı? Tüm içindekilerle birlikte, kendi harabesiyle birlikte çürümek için batardı gemiler. Belki birinin hatası...